BELLEĞİN DEHLİZLERİNDEKİ HAFIZALI FARELER ORATORYOSU
Kül ve
Yel, bir roman adı olarak oldukça iddialı, Savaş ve Barış, Suç ve Ceza gibi
romanın kilometre taşlarına biçimsel bir atıfta bulunuyor. Romanı okumaya
başlayınca bu atfın bir entelektüel kaprisi dışında anlam kazanmaya başladığını
görüyorsunuz. Romanın adı içeriğiyle tam manası ile uyumlu, hatta romanın adı
da romanın vazgeçilmez bir parçası. Romandaki pek çok olay, kahramanlarının
kişiliği ile ilgili pek çok ayrıntı roman adından hareketle yapılabilecek
yorumlara ve birlikte okumalara müsait. Kül ve Yel romanda simgesel anlam
taşıyan maddeler. Kişilerin yaşantısı Kül ve Yel’ in farklı hallerinden ibaret
sanki. Nasıl ki suyun katı, sıvı, gaz halleri varsa kahramanın yaşadığı her
olayda kül ve yelin de farklı bir hale geçiş yaptığını gözlemliyoruz.
Burada
romanın özetine geçmeden önce bir hatırlatma yapmamız gerekiyor. Romanın ana
karakteri Alzheimer hastası yaşlı bir kadın. Romanın pek çok bölümü de onun
ağzından anlatılıyor. Bu bağlamda olay örgüsüne dair bazı ilginçliklerle
karşılaşabilirsiniz. Kül ve Yel, kronik okumaya müsait bir roman değil bu yüzden.
Fehime’nin hatırladıkları oranında romanın sonuna kadar olay örgüsü tam olarak
çözülmüyor. Her bölüm Fehime’nin hatırladıkları oranında birer yaşam öyküsü
fragmanından ibaret. Fehime hatırladıkça hikâyeye yeni karakterler ekleniyor,
bazen de Fehime’nin eksik hatırladıklarına bazı ayrıntılar ekleniyor, yanlış
hatırladıkları düzeltiliyor. Romanın sonuna gelene kadar büyük resmi tam olarak
idrak edemiyoruz. Romanın sonuna kadar Fehime’nin arızalı bilincinin ve diğer
kahramanlarının hastalıklı psikolojilerinin bize sağladığı oranda bazı şeyleri
yerine oturtmaya çalışıyoruz. Romanın son beş on sayfasına kadar muallakta
kalan pek çok şey oluyor ki bunlar okuyucunun merakını son ana kadar diri
tutuyor diyebiliriz.
Karakterler
ile ilgili inceleme ve değerlendirmelerimizi özet kısmında bu karakterler
ortaya çıktıkça yapacağız. Romandaki pek çok karakterin psikolojik ve toplumsal
özellikleri olayların gelişmesiyle ortaya çıkmakta ve daha anlaşılır bir hale
gelmektedir.
ÖZET
Kaybedilmiş
hayatlar. İnsan psikolojisinin derin dehlizlerinde bir arkeolojik kazı.
Yaralanmış bir kadın Ayla. Arızalı bir ruh Şerif; fakat bütün arızaları bir
anlamda ailevi sebeplerle açıklanabilir bir arızalı ruh. Şerif’in baba
katilliği oedipus kompleksi bağlamında özgün okumalara açık. Roman ilerledikçe
bunu daha iyi anlayacağız belki de. Yazar yıkıma uğramış yaşamların resmini
çizerken küçük yaşam parçacıklarını figür olarak kullanıyor, hiçbir olayı tam
olarak kronolojik bir biçimde başından sonuna kadar anlatmıyor, hiçbir parçanın
olay örgüsünü çözmüyor. Her karakterle empati kuruyor, karakterlerin dünya ve
kendi çevreleriyle uyumsuz ilişkilerini anlatıyor ve bu ilişkilerin normal dışı
yönlerinden faydalanarak insanların psikolojik haritasını çiziyor. Anlatılan
hayatlar kendine özgü özellikler taşıyan tipik boyutlara çok da yaklaşmayan
dejenere burjuva yaşamlarıdır. Kendi
benliğinin içinde kaybolmuş, benliğini putlaştırmış bireylerin yaşamları
bunlar. Toplumsal zemine ayakları basmıyor, bu yüzden basit yaşamsal
çatışmalardan büyük oranda etkileniyorlar. Orta halli bir toplumsal bilinç
yüzünden kendi bireyliklerini putlaştırıyor ve sonra kendi benliklerinden inşa
ettikleri bu putlara taptıkları için hayata karşı olan dirençlerini
yitiriyorlar. Ayla ve Şerif şimdilik ‘’kilit’’ karakterler, romanın anlam
kapıları onlar anlaşılabildiği oranda açılabilir ancak.
Şerif’ten
gelen ya da geldiği varsayılan mektupla Ayla darmadağın olur. Geçmişe yönelik
sorgulamalar yapar; ancak derin felsefi analizlerin içine dalıp bir çıkış
bulamaz. Ayla’nın hali bariz bir çarenin içinde çaresizliği yaşamak zorunda
kalan insanın bunun nedeninin bilincinde olmadığı için çektiği acıdır. Ayla,
Şerif’in babasını ezdiği Corvette arabanın bir benzerini, belki aynı arabadır
bu, alır. O araba da ona Şerif’i ve onun yaşadıklarını ve yaşattıklarını
hatırlatır. Şerif’in mektubu bir anlamda özür mahiyetindedir. Şerif bu mektupla
Ayla’dan özür diler sanki ‘’Kimim ben? Parçalanmış yaşlı bir adam.’’ diye
kendini açıklamaya çalışan Şerif geçmişte yaşadığı travmanın hala etkisi altındadır.
Şerif geçmişe dönerek hayat muhasebesi yapan kaybetmiş bir adamdır. Gelecekte
yaşayacağını varsaydığı ya da yaşamayı arzuladığı ideal bir hayatı kurmak için
babasını öldürmüş; fakat asıl bu eylemiyle gelecekte yaşayacağı kendi hayatını
kaybetmek zorunda kalmıştır.
Şerif
babasını öldürdükten sonra ülkeden ve Yelkovankuşu’ndan kaçar. Gittiği yerde
(Numen) yeni bir yaşam kurmaya çalışır ve doğal olarak bunda da başarılı
olamaz. Duygusuz sevişmelerle bedenini oyalar. Yazarın anlatımına göre Şerif
‘’hudut çizgilerini seven bir adam’’dır; fakat hudutsuzca yaşar. Yaşamı
sömürmeye çalıştıkça kendini tüketir.
Şerif’in
babasına karşı kininin arkasında silik bir anne mi var? Şerif’in sorunlu
hayatının arkasında annesinin yapmadıkları ya da yapamadıkları mı vardır?
Romanda bu soruların yanıtları verilirse Şerif daha iyi anlaşılacaktır.
Kahramanlar
geçmiş ve bugün arasında adeta mekik dokuyorlar. Geçmişte yaşadıkları her şey
onların bugünkü yaşantılarını biçimlendiriyor, belirliyor, zedeliyor. Ayla da
Şerif de geçmişin hayaletlerinden bir türlü kurtulamıyor. Fehime’nin Alzheimer
olmasının nedeni bu hayaletlerle dolu geçmişi unutma arzusu olmasın sakın?
Şerif’in
babasını öldürmesi olayı sonradan aydınlanır. Şerif ve Seyid, Kamuran Sipahi
adlı kalantor ve üçkâğıtçı bir sendikacının son model Corvette arabasını
çalarak şehrin işlek bir caddesinde sürat yaparlar. Şerif arabayı babasının
üzerine sürer, Şerif’in babası ile birlikte küçük bir kız da ölür. Arabasının
hurdaya dönmesine sinirlenen Kamuran Sipahi, Şerif ve Seyid’e işkence yapması
için yeğeni Korat Sipahi’yi görevlendirir. Kamuran Sipahi’nin yeğeni Korat
Sipahi ve adamları bu iki genci terk edilmiş bir yere sokarlar Şerif’e
defalarca tecavüz ederler ve Seyid’i öldürürler. Şerif’in kaçışının sebebi
böylece anlaşılmış olur. Şerif’in pek çok kadınla yaşadığı düzensiz ilişkiler,
sevgilisini kemerle dövmesi gibi anormal cinsel ilişki biçimlerinin nedeni
anlaşılır. Birkaç kişi tarafından defalarca tecavüz edilen Şerif sağlıklı bir
yaşam kuramamaktadır.
Fehime
zayıf hafızasının karanlık caddelerinde dolaşıyor. Dolaşırken hayatına dair,
tanıdıklarına dair, ailesine dair küçük fragmanlar hatırlıyor, bunlardan bir
hafıza inşa etmeye çalışıyor yeniden; ama ertesi gün daha farklı hatırlıyor dün
hatırladıklarını. Fehime neden unutuyor? Alzheimer olduğu için mi? Yoksa
unutmayı istediği bir yaşamı veya o yaşamın içinde bilincinde derin izler
bırakmış bir olayı ve onu hatırlatan her şeyi ve herkesi unutmak için mi?
Fehime’ye unutturan Alzheimer hastalığı mı yoksa kuvvetli bir anımsamama isteği
mi? Fehime kim?
Evin
bahçesindeki manolya ağacı romanın önemli arketiplerinden biridir. Roman
ilerledikçe anlarız ki bu ağaz defalarca değişmiştir. Kuruyan ya da yanan manolyanın
yerini yeni bir manolya alır ve bu süreç ailenin hayatındaki faklı dönemleri ve
kırılmaları simgeleyecek bir biçimde aktarılır. Pek çok bölümde adı
geçmektedir. Şerif manolya ağacının dalları ile oynar. Ağaç, Şerif’e beddua
eder: ‘’O halde tuttuğun her dal elinde kalsın ve hatta hayatta tutunacak dalı
olmayasın Şerif Efendi. Dahası mı? Dehlizlerin içinde dehlizsiz kalasın.’’
Belki de bu yüzden Şerif’in hayatta tutunabileceği hiçbir dalı olmaz.
Roman
ilerledikçe Fehime’nin facialarla dolu hayatından bir facia fragmanı daha
eklenir ana hikâyeye. Fehime’nin torunlarından Bedia bileklerini keserek
intihar etmeyi denemiştir. Ayla bunun sebebinin Bedia’nın sevgilisi Şükrü
olduğunu savunur. Ayla’nın tabiriyle Şükrü ayının biridir. Fehime hayatına ait
parçalar hatırladıkça onları neden unuttuğunu ya da unutmak istediğini daha iyi
anlamaya başlarız.
Bazı
bölümlerde politik konulara eğiliyor yazar. Politik zemini arka fon olarak
kullanıyor. Zaten bu kadar allak bullak hayatların ortaya çıkmasında sadece
bireysel yaşamları kullansaydı roman çok yavan olurdu. İnsan yaşamlarının bu
kadar çarpık olmasının bir nedeni de politik ortamın tazyikidir. Sadık TV adlı
muhafazakâr televizyon kanalında yayınlanan bir küreselleşme belgeseli bazı
bölümlerde arka fon olarak kullanılıyor. Şükrü, Yelkovankuşu’nda çekeceği bir
klibin ışık işleri için belediyenin ortak çalıştığı bir şirketin görevlisiyle
konuşur, bu görevli Korat Sipahi’dir. Aynı zamanda belediye encümen üyesidir.
Burada siyaset-ticaret bağı yüzünden yozlaşan ilişki ağları eleştirilir. Bu
arada Yelkovankuşu Belediyesi’nin muhafazakâr bir partinin elinde olduğu
vurgulanır. Bireylerin kişisel yaşamlarındaki çarpıklıklar ile siyasi
çarpıklıklar arasında bir eşgüdüm olduğu sezdirilmeye çalışılır.
Şükrü ve
Bedia meselesine yeniden dönülür. Şükrü, Bedia’ya karşı davranışlarında çok
umursamazdır. Şükrü, Bedia’nın sanki bir kalbi yokmuş gibi davranır. Şükrü,
Bedia’nın duygularını hiç önemsemiyor. Bu düpedüz kabalık! Bedia, Numen’de bile
eski Türk kadınlarının ev içi geleneklerini sürdürür. Şükrü, Bedia’nın farelere
karşı bir takıntısının olduğunu fark eder; fakat buna anlam veremez. Romanın
pek çok bölümünde fareler arketip olarak yer alıyorlar, şimdilik buna pek bir
anlam veremiyoruz; ama ileride aydınlanacağını da düşünüyoruz. Bedia’nın
dengesiz davranışları onu toplumdan soyutlar, yalnızlaştırır; fakat kimse onun
yaşadığı travmaya dair hiçbir şey bilmemektedir.
Bedia’nın
babası gayr-ı meşru bir ilişkinin çocuğudur. Babaannesi onu kendi kocasından
değil bir başkasından peydahlamıştır. Bedia’nın babasının gayr-ı meşru bir
çocuk olduğu tüm aile tarafından bilinen ancak hiçbir biçimde konuşulmayan bir
sırdır. Bu arada babası Bedia’yı taciz etmektedir. Bedia’nın annesi, babasının
Bedia’yı taciz ettiğini bilir, görür; fakat belirgin bir tepki veremez. Bu
yüzden Bedia’nın çocukluğu tam manasıyla bir kâbus gibi geçer. Bedia’nın
hayatının neden bu kadar kötü olduğu şimdi anlaşılır. Bedia’nın travması
çocukken yaşadığı baba tacizinin bir ürünüdür. Bedia’nın babasını meydana getiren
yanlış ilişkiler ağı genişleyerek ailenin tüm bireylerine sıçramıştır sanki.
Yanlış başlayan hayatlar doğru yaşanamaz, doğru yola yönlendirilemez. Bedia,
Şükrü ile evlilik dışı bir ilişki yaşamaktadır. Şükrü’den hamile kalır, Şükrü
çocuğu istemez. Bedia çocuğu aldırır ve daha sonra bileklerini keserek intihar
etmeyi dener; ama başarılı olamaz.
Bedia,
Numen’de Dimi adlı biriyle tanışır. Dimi gazetecidir ve ilk özel haberini Bedia
üzerine yapmak ister. Bu arada biz de Bedia’nı oldukça başarılı bir genetik bilimci
olduğunu anlarız. Ülkesinde çalıştığı üniversiteden atıldıktan sonra Numen‘ e
yerleşmiş ve burada işinde çok başarılı olmuştur. Bedia, Dimi’ye kendi
bilincini bu röportajla en çıplak haliyle gösterir ve biz de Bedia’nın
dünyasına ilk kez bu kadar yalın ve berrak bir biçimde girebiliriz. Dimi,
Bedia’ya âşık olmuştur; fakat Bedia dünyayı tüketmiş ve kaçınılmaz sona
yaklaşmıştır. Son kez ülkesine dönüp intihar etmeyi düşünür. Buraya kadar
anlatılanlara bakarak anlıyoruz ki Bedia Yelkovankuşu’nda kendini yakarak
hayata veda etmiştir. Çocukken Yelkovakuşu’nda şahit olduğu yangın ile kendin
yakarak öldürmesi arasında mutlak bir ilişki vardır. Bedia, belleğin genetik
kısmı üzerine deneyler ve çalışmalar yapar. Fareler üzerinde deneyler yapar.
Bedia’nın farelere olan takıntısı burada daha anlaşılır bir hale gelir. Fareler
üzerinde yapılan deneylerde alışkanlıkların, belleğin genetik ile yeni
kuşaklara aktarılabileceğini keşfeder. Bedia’nın ailesindeki fare takıntısı ve
romanda bir arketip olarak pek çok bölümde yer alan fareler anlaşılabilir bir
hale gelir. Aile fertleri ile fareler arasında bir analog kurulur. Deneylerde
kullanılan fareler hafızayı kuşaktan kuşağa aktarır, Bedia’nın ailesinde de
durum buna benzemektedir, Fehime’nin marazi psikolojisi onunla birlikte bütün
aileye sirayet etmiştir. Fehime’nin kocasını aldatarak başka bir adamdan Emir’e
hamile kalmasıyla başlamıştır her şey. Bütün aile fertleri bu ilk günahın
bedelini ödemektedirler belki de. Bu açıdan bakarsak Bedia’nın genetikçi olması
bir ödünlemedir. Aslında o ailesinin tüm bireylerine sirayet etmiş marazi yaşam
örüntülerinin genetikten kaynaklanıp kaynaklanmadığını araştırmaktadır. Bu
araştırmaları sonunda bulduğu gerçek belleğin yeni kuşaklara devredilebilir bir
şey olduğudur. Bedia belki de kendi belleğini aktarmamak için kendini
öldürmüştür. Hatta bebeğini aldırmasının arkasındaki gerçek nedenin kendi
hafızasını çocuğuna aktarmayı, onu da berbat bir yaşamın içine sürüklemeyi
istememesidir diyebiliriz
Şerif,
Numen’de meşhur bir rockçı olmuştur. Son parçasının klibini Yelkovankuşu’nda
çekmek istemektedir. Bu klip Şerif’in ve ailesinin geçmişinin simgesel olarak
bir yansıması olacaktır. Şerif klip çekimiyle ilgilenmesi için Şükrü’yü seçer.
Şerif ile Şükrü birbirlerinden pek hoşlanmazlar; fakat Şükrü bu teklifi
Bedia’ya olanlar yüzünden bir suçluluk hissettiği için kabul eder. Klibin
çekimleri sırasında Korat Sipahi ışık işlerini yapan şirketin sorumlusudur, bu
durum kaderin ilginç bir cilvesi olarak mı kabul edilmelidir?
Şerif,
Ayla, Bedia’nın babası Emir Bey’dir, anneleri ise Meryem Hanım’dır. Meryem
Hanım ile Emir Bey’in inandıkları dinler farklıdır. Emir, Meryem’e tam bir
hayvan gibi yaklaşır. Evlendikleri ilk gece Meryem ilişkiye giremez ve kasılır.
Emir onu yatağa bağlayarak Meryem’e tecavüz eder. Meryem korkunç bir biçimde
kanar ve ölümden döner. Meryem ile Emir’in evlilikleri tam bir kâbustur. Emir,
Meryem’i döver ve ona psikolojik şiddet uygular. Anne ve babalarının hayatı ile
ilgili öğrenilen her ayrıntı çocukların psikolojik sorunlarını biraz daha
aydınlatır. Şerif’in babası Emir’i neden öldürmek istediği, Corvette’i Emir’in
üzerine sürerek onu öldürmesinin nedeni, böylece ortaya çıkar. Şerif’in eylemi
zalim bir diktatör olan babaya karşı anarşist bir isyan denemesidir ve her
anarşist isyan gibi sonuç olarak isyanı başlatana daha fazla zarar vermiştir.
Fehime
hatırladıkça ailenin geçmişindeki ayrıntılar yerli yerine oturmaya başlar.
Fehime, Halil adlı biriyle onu tanımadan görmeden evlendirilmiştir. Halil çok
yaşlıdır. Bir türlü çocukları olmaz. Fehime, Halil Şerbetçi’deki deri
imalathanesine gittiğinde sabahları Koçan adlı yerde gezintiye çıkar. Bir gün
orada bir adamla tanışır ve onunla yatar. Ondan gebe kalır. Doğan çocuğa da
onun adını verir: Emir! Ailedeki tüm bireylerin hayatlarındaki yangının
kıvılcımı işte burada atılmıştır.
Hikâyeye
yeni karakterle girer. Meryem’in Şenol adlı bir kızı daha vardır. Mehmet adlı
biriyle evlenir. Dilara adlı bir kızları olur. Bu kız çok tehlikelidir. Ailenin
bütün genetik hafızasını üzerinde taşır. Ailenin fertlerinden öç almayı
kafasına koymuştur. Bir gün anneannesi Meryem’in yüzüne karşı ailenin bütün
pisliklerini vurur. Meryem kalp krizi geçirerek ölür. Dilara ailenin diğer
üyelerinden intikam almak için Bedia’nın ölümünden sonra Ayla’ya ilgi duymaya
başlayan Şükrü’yü baştan çıkarıp onunla manolyalı evde yatmayı planlar.
Dilara’ya göre bütün çarpıklıkların yurdu bu evdir, o evde Bedia’nın odasında
Şükrü ile yatarsa bu bütün yaşananlara karşılık olarak ailesinden intikam
alacağını düşünmektedir. Dilara bu yüzden Şükrü’nün teklifini kabul ederek
Şerif’in şarkısının klibinde Meryem rolünü oynar. Ayı klipte Ayla da Fehime
rolünü oynamaktadır.
Şerif’in
babasını öldürürken yanlışlıkla arabayla çiğnediği kız Ebru’dur. Önceki
bölümlerde Ebru’nun ablası polisler tarafından işkenceli sorguya alınmıştır.
Romanın sonuna kadar Ebru’nun ablasının adı belli olmaz. Ebru’nun babasının adı Münir’dir.
Şerbetçi’deki yangın sendikacı Kamuran tarafından çıkarılmıştır. Emir, kızı
Bedia’yı taciz etmekle yetinmemiş, ona tecavüz de etmiştir.
2002
yılının kışında Hemşire Ayla Ford Corvette’i ile yol alırken yolun kenarında işkence
edilmiş, yaralı ve çırılçıplak bir kadın bulur. Bu kadın büyük ihtimalle
Ebru’nun ablasıdır. Ayla onu kurtarmaya çalışır. Ayla kadını hastaneye götürmez
kendi evine götürür. Ayla kendi evinde kadını tedavi etmeye çalışır. Bu kadının
hayatı da Şerif’in sürdüğü arabanın altında kalan kardeşi Ebru’nun ölümü ile
berbat olmuştur.
ZAMAN
Olaylar
bir ailenin üç kuşaklık hayat hikâyesini kapsamaktadır. Tahmini bir rakamla 75
yıllık bir zaman dilimi parçalı bir biçimde anlatılmaktadır. Şerif’in babasını
öldürdüğü tarih 1971’dir. Bunu da dolaylı yoldan anlıyoruz. Kamuran Sipahi’nin
Corvette’inin 1971 model olduğu söylenir ve birkaç sayfa sonra da bu aracın son
model olduğu anlatılır. Biz de bundan hareketle Şerif’in babasını öldürme
tarihini belirleyebiliyoruz.
Kitapta
Numen adlı emperyalist bir ülke Medar adlı bir ülkeye savaş açmıştır. Romanın
basım tarihine bakarak (2004) bu olayın ABD’nin ikinci Irak savaşına atıfta
bulunduğunu iddia edebiliriz. Bir hataya sebebiyet vermemek için şunu
söylemeliyiz ki bu durum romanda belirgin ifadelerle anlatılmaz, biz bunu aşırı
yorum ile metinden çıkarıyoruz.
Kitabın
sonunda bir tarih ifadesi daha vardır. Bu ifadede 2002 yılına işaret
etmektedir. Bunlar dışında romanda zaman mefhumu üzerine açık ifadeler
bulunmamaktadır. Olayın geçtiği zaman değil olaylar ve simgeler üzerinden bir
anlatım söz onuşudur. Romanda zaman önemli bir unsur değildir. Zaman unsurundan
biraz kırpılmıştır; fakat aynı şeyi yer unsuru için iddia edemeyeceğiz. Romanın
geçtiği yerlerin her biri adeta romanın ayrı bir kahramanıdır diyebiliriz.
YER
Numen adlı
bir ülke var. Bu ülke ekonomik, kültürel ve toplumsal açıdan oldukça gelişmiş
bir ülke. Belki de günümüzün ABD’sini simgeliyor diyebiliriz. Bu ülke Şerif’in
kaçıp gittiği ülkedir. Kalantor sendikacı Kamuran Sipahi Numen’de sendikacılık
eğitimi almıştır. Bu ülke Medar adlı başka bir ülke ile savaş halindedir. Bizim
tahminimizce bu medar ülkesi Irak’tır. Numen savaş halinde olduğu bu ülkenin
binlerce askerini ve sivil vatandaşını öldürmüştür. Kitabın basım tarihine
bakarak bu ülkenin ABD olduğunu söyleyebiliriz.
Küsuf,
ailenin evinin bulunduğu ve aile üyelerinin yaşadığı şehirdir. Romanda hangi
ülkenin şehri olduğuna dair bilgi yoktur. Yekovankuşu, Şerbetçi, Koçan bu şehir
içindeki mekânlardır. Küsuf şehri romanda ‘’aklın iflas ettiği yer, aklın
tarumar olduğu yer’’ olarak tanıtılır.
Kahramanların
bahçesinde manolya ağacı olan evleri Yelkovankuşu adlı bir yerdedir.
Yelkovankuşu, romanın önemli mekânlarından birisidir. Şerbetçi adında bir yer
vardır bunun yakınlarında, burada deri atölyeleri vardır. Dede Halil’in burada
bir deri imalathanesi vardır. Şerbetçi’de bir yangın çıkar, Halil bu yangın
sırasında ölür, yangın Yelkovankuşu’na da yayılır. Şerbetçi’nin lağımlarından
çıkan fareler manolyalı evi istila ederler. Fehime’nin ve belki de Bedia’nın
farelere olan takıntıları bu olaydan kaynaklanmaktadır. Romanın adındaki kül ve
yel ifadelerini bu bağlamda da okuyabiliriz.
Fehime’nin
manolyalı evinin bahçesinde ‘’Dehliz’’ adlı bir yer vardır. Ayla ve Şerif
çocukken bu yeri çok merak ederler. Fehime büyüdüklerinde onlara orayı
göstereceğine dair söz verir. Fehime ve Ayla Şükrü’yü klip çalışmaları
kapsamında dehlize sokar, Şükrü orada kendi benliğinde bir yolculuğa çıkar.
Kendine bile itiraf edemediği pek çok şeyi itiraf eder. Dehliz simgesel bir
yer, hafızanın dehlizlerine atıfta bulunuyor bence. Hafızaya, belleğe bu kadar
takıntılı ve unutmayı istedikleri pek çok yaşantıya sahip bir ailede bu dehliz
pek çok şeyi tek başına simgeliyor.
Koçan,
ağaçlıklı bir yerdir. Fehime evde daraldıkça burada gezintiye çıkar. Burada
tanıştığı Emir adlı biriyle birlikte olur. Ondan doğan çocuğun adını da Emir
koyar.
DİL VE
ANLATIM
Yazarın
şiirsel bir anlatımı var. Pek çok bölümde çağdaş Türk şiirine taş çıkartacak
pasajlar var. Devrik cümleleri senfonik bir ehliyetle kullanıyor sanki yazar. Cümlelerde
tek bir sözcüğün yeri dahi değiştirilemez. Yazarın bu yapıya ulaşmak için çok
uğraştığı açık. Hem eski hem de yeni sözcüklerimizi başarılı bir biçimde
kullanıyor yazar. Cümleler tek başına okunduğunda oldukça yalın; fakat bağlamın
içinde birlikte çok farklı bir hava sunacak biçimde organize edilmişler, biraz
dikkatli bakınca bu daha iyi anlaşılıyor.
Roman yer
yer anlaşılmaza uzanacak oranda çözülmesi zor bir metin olarak inşa edilmiş. Bu
kötü bir özellik değil. Özellikle son yıllarda ortalama bir ortaokul zekâsına
hitap eden bir dille yazılan romanlardan gına geldi. Konusu bakımından bir
çoksatar olmaya müsait bir roman; fakat yazar küçük oyunlara tenezzül etmiyor,
seviyeyi düşürmüyor. Kül ve Yel romanını anlamak isteyen okur biraz çaba sarf
etmek zorunda. Nitelikli okura tam bir muharebe alanı sayfalar. Bu açıdan Müge
İplikçi’nin seçimini takdirle karşılamak gerekli.
Roman
tekniği bakımından herhangi bir iptidailik tespit edemedik. Yazar bu konuda da
tam anlamıyla yetkin. İç monolog, flash back, tekniklerini oldukça başarılı bir
biçimde kullanıyor. Kurgu ise sarmal bir özellik taşıyor. Kanımızca bu da
romanın konusu ile uyumlu. Doğrusal bir kurgu bu romanı sıkıcı bir hale
getirirdi kesinlikle. Yazar Alzheimer hastası bir kadının hayatını anlatmak
için en doğru kurgu yöntemini seçmiş. Fehime hatırladıkça geri dönüşlerle
birlikte okur istese de olay örgüsünden kopamıyor. Kurgudan kaynaklanan bir
sürükleyicilik var. Neymiş? Demek ki sığ çoksatar romanlarda yapıldığı gibi
okuyucuyu merakta bırakacak entrikalar kullanılmadan da sürükleyicilik
sağlanabiliyormuş!
Psikolojik
tahliller oldukça çarpıcı ve gerçekçi. Psikoloji salatası haline getirilmiş
Amerikan romanlarından biri değil Kül ve Yel. Kahramanların psikolojik
çatışmalarının tamamının hayatta bir karşılığı var. Karakterlerin psikozlarının
tamamının realitede karşılıkları var. Örneğin hiçbir karakter sebepsiz yere
dengesiz davranışlar sergilemiyor. Yaptıklarının tamamının geçmişte yaşadıkları
sorunlu olaylarla bağlantısı var. Ne Şerif’in kompleksi zorlama ne de Bedia’nın
dengesizliği…
Romandaki
mekânların tasvirleri oldukça ilginç. Örneğin bir mekânı hayalinizde fiziksel
olarak canlandırmanıza yardım eden tasvirler değil bunlar; fakat mekânlara bir
ruh üfleyen, onları fiziksel özelliklerinden ayırarak romanın yaşayan bir
kahramanı haline getiren tasvirler var. Kül ve Yel romanında iç ve dış mekânların
tamamının yaşayan bir insandan hiçbir farkı yok sanki. Yazar tasvirleri yeri
geldikçe olaylarına akışına uygun yerlerde yapıyor. Biz gereksiz bir tasvir
tespit edemedik. Yazar sayfaları tasvirlerle doldurmak yerine Çehov’un sözünü
dinleyerek duvara bir tüfek yerleştirdiyse o tüfeği romanın içinde mutlaka
patlatıyor. Ayrıntılı betimlenen her yerin, her varlığın romanda bir işlevi
var.
SONUÇ
Kül ve Yel
aile romanıdır. Bir ailenin üç kuşak içinde yaşadığı her şeyin -ya da
hatırlanabilen her şeyin- romanıdır. İnsan ilişkilerindeki çarpıklığın en yalın
haliyle önümüze serildiği bir roman bu. Yelkovankuşu ve Şerbetçi’nin
sanayileşme sonucunda değişen çehresi, çevrenin değişen çehresinin insan doğası
ve psikolojisi üzerinde yarattığı tahribatın romanıdır Kül ve Yel. Kapitalizmin
çürüttüğü insanların hayat hikâyesidir bu. Kül ve Yel çürüyen insanla birlikte
kaybolan hayatların, bir ömür süren işkencelere dönüşmesinin somut bir biçimde
edebiyatın imkânları ölçüsünde ortaya serilmesidir. İnsanın özünün çürümesiyle
birlikte fareleşen, hayvanlaşan insanın öyküsüdür bu. Kül ve Yel, ‘’belleğin
dehlizlerindeki hafıza sahibi farelerin oratoryosu’’dur.
Kül ve Yel
romanda kullanılan önemli simgelerdir. Yangından sonra geriye kalan küldür, yel
ise külü dağıtır, bir anlamda kül yangından arta kalan hatıralardır ve yel
onları dağıtarak ortadan kaldırır ve unutturur. Kül yangının hafızası, yelin
külleri dağıtması ise onun unutulmasını simgelemektedir. Romandaki
kahramanların tamamının hayatı bir yangın yerine benzemektedir ve onlar için
unutmak yenilenmektir. Bu bağlamda unutmak yeni bir başlangıç yapmanın imkânlarını
gerçekçi hale getiren bilişsel bir süreçtir, unutmak ‘’her şey güzel olacak’’
demenin imkânıdır. Buna rağmen hiçbiri unutmayı başaramaz, Fehime bile
Alzheimer hastalığına sığınmasına rağmen unutması gereken hatıralarından
kurtulamaz. Geçmiş geleceğin mimarıdır, romanın kahramanları geleceğe yürümek
ve ‘’her şey güzel olacak’’ mottosunu gerçekleştirmek isterken gittikleri her yerde
önlerine geçmişin ayak izleri çıkmaktadır.
Unutmak
romanın içinde farklı farklı yerlerde kullanılan kahramanların tamamının
gerçekleştirmeye çalıştığı ortak bir eylemsel süreç. Hemen hemen tüm
kahramanların unutmak istediği hatıraları var ve onları unutamadıkları için
psikolojik travmalar yaşıyorlar. Fehime unutabildiği için Alzheimer oluyor ve
bir anlamda daha çetrefil ruhsal karmaşalardan kendini sıyırabiliyor. Bu roman
ilk sayfasından son sayfasına kadar unutulmak istenen hayatların romanıdır. Unutulmak
istendikçe unutulamayan ve daha fazla kanatan hatıraların romanıdır.
Kül ve
Yel, insana, hayata dair bir şeyler okumayı özlemiş okurlar için mükemmel bir
kitap. İnsanı tanımak istiyorsanız bu kitabı mutlaka okumalısınız. İnsanın her
yönüyle ortaya çırılçıplak çıktığı bir roman bu. Zor bir roman. Anlam
katmanlarını zahmetsizce açmıyor size; fakat o katmanların içinde arkeolojik
kazı yapmaktan entelektüel bir zevk alan okurlara tam anlamıyla bir safari
zevki vereceğinden eminim. Eyyy, nitelikli okur neredesin? Geldiysen kapıyı üç
kere çal!
Kurgusundan başka hiçbir şeyi olmayan piyasa romanlarının entrika dolu iklimine alışmış okurların bu romandan uzak durması lazım; çünkü o romanların idrak yollarında yarattığı enfeksiyon ile Kül ve Yel’i anlayabilmeleri mümkün değil.
Kül ve Yel, tam manasıyla bir edebiyat söleni!