1 Temmuz 2014 Salı

KÜL VE YEL-MÜGE İPLİKÇİ


BELLEĞİN DEHLİZLERİNDEKİ HAFIZALI FARELER ORATORYOSU

 Müge İplikçi akademisyen romancılarımızdan biri. Kitabın başında verilen biyografisine baktığımızda İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştığına dair bir bilgi ediniyoruz. Bu ayrıntı romandaki Bedia karakteri ile yazarın yaşamı arasında ilişkiler aramamıza neden olmamalı; çünkü bir yazar yazdıklarıyla biyografisinden uzak bir biçimde okunmalı. Yazarın kendisi iddia etmedikçe romandaki kişiler yazarın yaşamı ile karşılaştırılmamalı. Bunun zorlama yorumlara vesile olması dışında edebiyat eleştirisine kazandırabileceği hiçbir şey yok nitekim.

Kül ve Yel, bir roman adı olarak oldukça iddialı, Savaş ve Barış, Suç ve Ceza gibi romanın kilometre taşlarına biçimsel bir atıfta bulunuyor. Romanı okumaya başlayınca bu atfın bir entelektüel kaprisi dışında anlam kazanmaya başladığını görüyorsunuz. Romanın adı içeriğiyle tam manası ile uyumlu, hatta romanın adı da romanın vazgeçilmez bir parçası. Romandaki pek çok olay, kahramanlarının kişiliği ile ilgili pek çok ayrıntı roman adından hareketle yapılabilecek yorumlara ve birlikte okumalara müsait. Kül ve Yel romanda simgesel anlam taşıyan maddeler. Kişilerin yaşantısı Kül ve Yel’ in farklı hallerinden ibaret sanki. Nasıl ki suyun katı, sıvı, gaz halleri varsa kahramanın yaşadığı her olayda kül ve yelin de farklı bir hale geçiş yaptığını gözlemliyoruz.

Burada romanın özetine geçmeden önce bir hatırlatma yapmamız gerekiyor. Romanın ana karakteri Alzheimer hastası yaşlı bir kadın. Romanın pek çok bölümü de onun ağzından anlatılıyor. Bu bağlamda olay örgüsüne dair bazı ilginçliklerle karşılaşabilirsiniz. Kül ve Yel, kronik okumaya müsait bir roman değil bu yüzden. Fehime’nin hatırladıkları oranında romanın sonuna kadar olay örgüsü tam olarak çözülmüyor. Her bölüm Fehime’nin hatırladıkları oranında birer yaşam öyküsü fragmanından ibaret. Fehime hatırladıkça hikâyeye yeni karakterler ekleniyor, bazen de Fehime’nin eksik hatırladıklarına bazı ayrıntılar ekleniyor, yanlış hatırladıkları düzeltiliyor. Romanın sonuna gelene kadar büyük resmi tam olarak idrak edemiyoruz. Romanın sonuna kadar Fehime’nin arızalı bilincinin ve diğer kahramanlarının hastalıklı psikolojilerinin bize sağladığı oranda bazı şeyleri yerine oturtmaya çalışıyoruz. Romanın son beş on sayfasına kadar muallakta kalan pek çok şey oluyor ki bunlar okuyucunun merakını son ana kadar diri tutuyor diyebiliriz.

Karakterler ile ilgili inceleme ve değerlendirmelerimizi özet kısmında bu karakterler ortaya çıktıkça yapacağız. Romandaki pek çok karakterin psikolojik ve toplumsal özellikleri olayların gelişmesiyle ortaya çıkmakta ve daha anlaşılır bir hale gelmektedir.

ÖZET

Kaybedilmiş hayatlar. İnsan psikolojisinin derin dehlizlerinde bir arkeolojik kazı. Yaralanmış bir kadın Ayla. Arızalı bir ruh Şerif; fakat bütün arızaları bir anlamda ailevi sebeplerle açıklanabilir bir arızalı ruh. Şerif’in baba katilliği oedipus kompleksi bağlamında özgün okumalara açık. Roman ilerledikçe bunu daha iyi anlayacağız belki de. Yazar yıkıma uğramış yaşamların resmini çizerken küçük yaşam parçacıklarını figür olarak kullanıyor, hiçbir olayı tam olarak kronolojik bir biçimde başından sonuna kadar anlatmıyor, hiçbir parçanın olay örgüsünü çözmüyor. Her karakterle empati kuruyor, karakterlerin dünya ve kendi çevreleriyle uyumsuz ilişkilerini anlatıyor ve bu ilişkilerin normal dışı yönlerinden faydalanarak insanların psikolojik haritasını çiziyor. Anlatılan hayatlar kendine özgü özellikler taşıyan tipik boyutlara çok da yaklaşmayan dejenere burjuva yaşamlarıdır.  Kendi benliğinin içinde kaybolmuş, benliğini putlaştırmış bireylerin yaşamları bunlar. Toplumsal zemine ayakları basmıyor, bu yüzden basit yaşamsal çatışmalardan büyük oranda etkileniyorlar. Orta halli bir toplumsal bilinç yüzünden kendi bireyliklerini putlaştırıyor ve sonra kendi benliklerinden inşa ettikleri bu putlara taptıkları için hayata karşı olan dirençlerini yitiriyorlar. Ayla ve Şerif şimdilik ‘’kilit’’ karakterler, romanın anlam kapıları onlar anlaşılabildiği oranda açılabilir ancak.

Şerif’ten gelen ya da geldiği varsayılan mektupla Ayla darmadağın olur. Geçmişe yönelik sorgulamalar yapar; ancak derin felsefi analizlerin içine dalıp bir çıkış bulamaz. Ayla’nın hali bariz bir çarenin içinde çaresizliği yaşamak zorunda kalan insanın bunun nedeninin bilincinde olmadığı için çektiği acıdır. Ayla, Şerif’in babasını ezdiği Corvette arabanın bir benzerini, belki aynı arabadır bu, alır. O araba da ona Şerif’i ve onun yaşadıklarını ve yaşattıklarını hatırlatır. Şerif’in mektubu bir anlamda özür mahiyetindedir. Şerif bu mektupla Ayla’dan özür diler sanki ‘’Kimim ben? Parçalanmış yaşlı bir adam.’’ diye kendini açıklamaya çalışan Şerif geçmişte yaşadığı travmanın hala etkisi altındadır. Şerif geçmişe dönerek hayat muhasebesi yapan kaybetmiş bir adamdır. Gelecekte yaşayacağını varsaydığı ya da yaşamayı arzuladığı ideal bir hayatı kurmak için babasını öldürmüş; fakat asıl bu eylemiyle gelecekte yaşayacağı kendi hayatını kaybetmek zorunda kalmıştır.

Şerif babasını öldürdükten sonra ülkeden ve Yelkovankuşu’ndan kaçar. Gittiği yerde (Numen) yeni bir yaşam kurmaya çalışır ve doğal olarak bunda da başarılı olamaz. Duygusuz sevişmelerle bedenini oyalar. Yazarın anlatımına göre Şerif ‘’hudut çizgilerini seven bir adam’’dır; fakat hudutsuzca yaşar. Yaşamı sömürmeye çalıştıkça kendini tüketir.

Şerif’in babasına karşı kininin arkasında silik bir anne mi var? Şerif’in sorunlu hayatının arkasında annesinin yapmadıkları ya da yapamadıkları mı vardır? Romanda bu soruların yanıtları verilirse Şerif daha iyi anlaşılacaktır.

Kahramanlar geçmiş ve bugün arasında adeta mekik dokuyorlar. Geçmişte yaşadıkları her şey onların bugünkü yaşantılarını biçimlendiriyor, belirliyor, zedeliyor. Ayla da Şerif de geçmişin hayaletlerinden bir türlü kurtulamıyor. Fehime’nin Alzheimer olmasının nedeni bu hayaletlerle dolu geçmişi unutma arzusu olmasın sakın?

Şerif’in babasını öldürmesi olayı sonradan aydınlanır. Şerif ve Seyid, Kamuran Sipahi adlı kalantor ve üçkâğıtçı bir sendikacının son model Corvette arabasını çalarak şehrin işlek bir caddesinde sürat yaparlar. Şerif arabayı babasının üzerine sürer, Şerif’in babası ile birlikte küçük bir kız da ölür. Arabasının hurdaya dönmesine sinirlenen Kamuran Sipahi, Şerif ve Seyid’e işkence yapması için yeğeni Korat Sipahi’yi görevlendirir. Kamuran Sipahi’nin yeğeni Korat Sipahi ve adamları bu iki genci terk edilmiş bir yere sokarlar Şerif’e defalarca tecavüz ederler ve Seyid’i öldürürler. Şerif’in kaçışının sebebi böylece anlaşılmış olur. Şerif’in pek çok kadınla yaşadığı düzensiz ilişkiler, sevgilisini kemerle dövmesi gibi anormal cinsel ilişki biçimlerinin nedeni anlaşılır. Birkaç kişi tarafından defalarca tecavüz edilen Şerif sağlıklı bir yaşam kuramamaktadır.

Fehime zayıf hafızasının karanlık caddelerinde dolaşıyor. Dolaşırken hayatına dair, tanıdıklarına dair, ailesine dair küçük fragmanlar hatırlıyor, bunlardan bir hafıza inşa etmeye çalışıyor yeniden; ama ertesi gün daha farklı hatırlıyor dün hatırladıklarını. Fehime neden unutuyor? Alzheimer olduğu için mi? Yoksa unutmayı istediği bir yaşamı veya o yaşamın içinde bilincinde derin izler bırakmış bir olayı ve onu hatırlatan her şeyi ve herkesi unutmak için mi? Fehime’ye unutturan Alzheimer hastalığı mı yoksa kuvvetli bir anımsamama isteği mi? Fehime kim?

Evin bahçesindeki manolya ağacı romanın önemli arketiplerinden biridir. Roman ilerledikçe anlarız ki bu ağaz defalarca değişmiştir. Kuruyan ya da yanan manolyanın yerini yeni bir manolya alır ve bu süreç ailenin hayatındaki faklı dönemleri ve kırılmaları simgeleyecek bir biçimde aktarılır. Pek çok bölümde adı geçmektedir. Şerif manolya ağacının dalları ile oynar. Ağaç, Şerif’e beddua eder: ‘’O halde tuttuğun her dal elinde kalsın ve hatta hayatta tutunacak dalı olmayasın Şerif Efendi. Dahası mı? Dehlizlerin içinde dehlizsiz kalasın.’’ Belki de bu yüzden Şerif’in hayatta tutunabileceği hiçbir dalı olmaz.

Roman ilerledikçe Fehime’nin facialarla dolu hayatından bir facia fragmanı daha eklenir ana hikâyeye. Fehime’nin torunlarından Bedia bileklerini keserek intihar etmeyi denemiştir. Ayla bunun sebebinin Bedia’nın sevgilisi Şükrü olduğunu savunur. Ayla’nın tabiriyle Şükrü ayının biridir. Fehime hayatına ait parçalar hatırladıkça onları neden unuttuğunu ya da unutmak istediğini daha iyi anlamaya başlarız.

Bazı bölümlerde politik konulara eğiliyor yazar. Politik zemini arka fon olarak kullanıyor. Zaten bu kadar allak bullak hayatların ortaya çıkmasında sadece bireysel yaşamları kullansaydı roman çok yavan olurdu. İnsan yaşamlarının bu kadar çarpık olmasının bir nedeni de politik ortamın tazyikidir. Sadık TV adlı muhafazakâr televizyon kanalında yayınlanan bir küreselleşme belgeseli bazı bölümlerde arka fon olarak kullanılıyor. Şükrü, Yelkovankuşu’nda çekeceği bir klibin ışık işleri için belediyenin ortak çalıştığı bir şirketin görevlisiyle konuşur, bu görevli Korat Sipahi’dir. Aynı zamanda belediye encümen üyesidir. Burada siyaset-ticaret bağı yüzünden yozlaşan ilişki ağları eleştirilir. Bu arada Yelkovankuşu Belediyesi’nin muhafazakâr bir partinin elinde olduğu vurgulanır. Bireylerin kişisel yaşamlarındaki çarpıklıklar ile siyasi çarpıklıklar arasında bir eşgüdüm olduğu sezdirilmeye çalışılır.

Şükrü ve Bedia meselesine yeniden dönülür. Şükrü, Bedia’ya karşı davranışlarında çok umursamazdır. Şükrü, Bedia’nın sanki bir kalbi yokmuş gibi davranır. Şükrü, Bedia’nın duygularını hiç önemsemiyor. Bu düpedüz kabalık! Bedia, Numen’de bile eski Türk kadınlarının ev içi geleneklerini sürdürür. Şükrü, Bedia’nın farelere karşı bir takıntısının olduğunu fark eder; fakat buna anlam veremez. Romanın pek çok bölümünde fareler arketip olarak yer alıyorlar, şimdilik buna pek bir anlam veremiyoruz; ama ileride aydınlanacağını da düşünüyoruz. Bedia’nın dengesiz davranışları onu toplumdan soyutlar, yalnızlaştırır; fakat kimse onun yaşadığı travmaya dair hiçbir şey bilmemektedir.

Bedia’nın babası gayr-ı meşru bir ilişkinin çocuğudur. Babaannesi onu kendi kocasından değil bir başkasından peydahlamıştır. Bedia’nın babasının gayr-ı meşru bir çocuk olduğu tüm aile tarafından bilinen ancak hiçbir biçimde konuşulmayan bir sırdır. Bu arada babası Bedia’yı taciz etmektedir. Bedia’nın annesi, babasının Bedia’yı taciz ettiğini bilir, görür; fakat belirgin bir tepki veremez. Bu yüzden Bedia’nın çocukluğu tam manasıyla bir kâbus gibi geçer. Bedia’nın hayatının neden bu kadar kötü olduğu şimdi anlaşılır. Bedia’nın travması çocukken yaşadığı baba tacizinin bir ürünüdür. Bedia’nın babasını meydana getiren yanlış ilişkiler ağı genişleyerek ailenin tüm bireylerine sıçramıştır sanki. Yanlış başlayan hayatlar doğru yaşanamaz, doğru yola yönlendirilemez. Bedia, Şükrü ile evlilik dışı bir ilişki yaşamaktadır. Şükrü’den hamile kalır, Şükrü çocuğu istemez. Bedia çocuğu aldırır ve daha sonra bileklerini keserek intihar etmeyi dener; ama başarılı olamaz.

Bedia, Numen’de Dimi adlı biriyle tanışır. Dimi gazetecidir ve ilk özel haberini Bedia üzerine yapmak ister. Bu arada biz de Bedia’nı oldukça başarılı bir genetik bilimci olduğunu anlarız. Ülkesinde çalıştığı üniversiteden atıldıktan sonra Numen‘ e yerleşmiş ve burada işinde çok başarılı olmuştur. Bedia, Dimi’ye kendi bilincini bu röportajla en çıplak haliyle gösterir ve biz de Bedia’nın dünyasına ilk kez bu kadar yalın ve berrak bir biçimde girebiliriz. Dimi, Bedia’ya âşık olmuştur; fakat Bedia dünyayı tüketmiş ve kaçınılmaz sona yaklaşmıştır. Son kez ülkesine dönüp intihar etmeyi düşünür. Buraya kadar anlatılanlara bakarak anlıyoruz ki Bedia Yelkovankuşu’nda kendini yakarak hayata veda etmiştir. Çocukken Yelkovakuşu’nda şahit olduğu yangın ile kendin yakarak öldürmesi arasında mutlak bir ilişki vardır. Bedia, belleğin genetik kısmı üzerine deneyler ve çalışmalar yapar. Fareler üzerinde deneyler yapar. Bedia’nın farelere olan takıntısı burada daha anlaşılır bir hale gelir. Fareler üzerinde yapılan deneylerde alışkanlıkların, belleğin genetik ile yeni kuşaklara aktarılabileceğini keşfeder. Bedia’nın ailesindeki fare takıntısı ve romanda bir arketip olarak pek çok bölümde yer alan fareler anlaşılabilir bir hale gelir. Aile fertleri ile fareler arasında bir analog kurulur. Deneylerde kullanılan fareler hafızayı kuşaktan kuşağa aktarır, Bedia’nın ailesinde de durum buna benzemektedir, Fehime’nin marazi psikolojisi onunla birlikte bütün aileye sirayet etmiştir. Fehime’nin kocasını aldatarak başka bir adamdan Emir’e hamile kalmasıyla başlamıştır her şey. Bütün aile fertleri bu ilk günahın bedelini ödemektedirler belki de. Bu açıdan bakarsak Bedia’nın genetikçi olması bir ödünlemedir. Aslında o ailesinin tüm bireylerine sirayet etmiş marazi yaşam örüntülerinin genetikten kaynaklanıp kaynaklanmadığını araştırmaktadır. Bu araştırmaları sonunda bulduğu gerçek belleğin yeni kuşaklara devredilebilir bir şey olduğudur. Bedia belki de kendi belleğini aktarmamak için kendini öldürmüştür. Hatta bebeğini aldırmasının arkasındaki gerçek nedenin kendi hafızasını çocuğuna aktarmayı, onu da berbat bir yaşamın içine sürüklemeyi istememesidir diyebiliriz

Şerif, Numen’de meşhur bir rockçı olmuştur. Son parçasının klibini Yelkovankuşu’nda çekmek istemektedir. Bu klip Şerif’in ve ailesinin geçmişinin simgesel olarak bir yansıması olacaktır. Şerif klip çekimiyle ilgilenmesi için Şükrü’yü seçer. Şerif ile Şükrü birbirlerinden pek hoşlanmazlar; fakat Şükrü bu teklifi Bedia’ya olanlar yüzünden bir suçluluk hissettiği için kabul eder. Klibin çekimleri sırasında Korat Sipahi ışık işlerini yapan şirketin sorumlusudur, bu durum kaderin ilginç bir cilvesi olarak mı kabul edilmelidir?

Şerif, Ayla, Bedia’nın babası Emir Bey’dir, anneleri ise Meryem Hanım’dır. Meryem Hanım ile Emir Bey’in inandıkları dinler farklıdır. Emir, Meryem’e tam bir hayvan gibi yaklaşır. Evlendikleri ilk gece Meryem ilişkiye giremez ve kasılır. Emir onu yatağa bağlayarak Meryem’e tecavüz eder. Meryem korkunç bir biçimde kanar ve ölümden döner. Meryem ile Emir’in evlilikleri tam bir kâbustur. Emir, Meryem’i döver ve ona psikolojik şiddet uygular. Anne ve babalarının hayatı ile ilgili öğrenilen her ayrıntı çocukların psikolojik sorunlarını biraz daha aydınlatır. Şerif’in babası Emir’i neden öldürmek istediği, Corvette’i Emir’in üzerine sürerek onu öldürmesinin nedeni, böylece ortaya çıkar. Şerif’in eylemi zalim bir diktatör olan babaya karşı anarşist bir isyan denemesidir ve her anarşist isyan gibi sonuç olarak isyanı başlatana daha fazla zarar vermiştir.

Fehime hatırladıkça ailenin geçmişindeki ayrıntılar yerli yerine oturmaya başlar. Fehime, Halil adlı biriyle onu tanımadan görmeden evlendirilmiştir. Halil çok yaşlıdır. Bir türlü çocukları olmaz. Fehime, Halil Şerbetçi’deki deri imalathanesine gittiğinde sabahları Koçan adlı yerde gezintiye çıkar. Bir gün orada bir adamla tanışır ve onunla yatar. Ondan gebe kalır. Doğan çocuğa da onun adını verir: Emir! Ailedeki tüm bireylerin hayatlarındaki yangının kıvılcımı işte burada atılmıştır.

Hikâyeye yeni karakterle girer. Meryem’in Şenol adlı bir kızı daha vardır. Mehmet adlı biriyle evlenir. Dilara adlı bir kızları olur. Bu kız çok tehlikelidir. Ailenin bütün genetik hafızasını üzerinde taşır. Ailenin fertlerinden öç almayı kafasına koymuştur. Bir gün anneannesi Meryem’in yüzüne karşı ailenin bütün pisliklerini vurur. Meryem kalp krizi geçirerek ölür. Dilara ailenin diğer üyelerinden intikam almak için Bedia’nın ölümünden sonra Ayla’ya ilgi duymaya başlayan Şükrü’yü baştan çıkarıp onunla manolyalı evde yatmayı planlar. Dilara’ya göre bütün çarpıklıkların yurdu bu evdir, o evde Bedia’nın odasında Şükrü ile yatarsa bu bütün yaşananlara karşılık olarak ailesinden intikam alacağını düşünmektedir. Dilara bu yüzden Şükrü’nün teklifini kabul ederek Şerif’in şarkısının klibinde Meryem rolünü oynar. Ayı klipte Ayla da Fehime rolünü oynamaktadır.

Şerif’in babasını öldürürken yanlışlıkla arabayla çiğnediği kız Ebru’dur. Önceki bölümlerde Ebru’nun ablası polisler tarafından işkenceli sorguya alınmıştır. Romanın sonuna kadar Ebru’nun ablasının adı belli olmaz.  Ebru’nun babasının adı Münir’dir. Şerbetçi’deki yangın sendikacı Kamuran tarafından çıkarılmıştır. Emir, kızı Bedia’yı taciz etmekle yetinmemiş, ona tecavüz de etmiştir.

2002 yılının kışında Hemşire Ayla Ford Corvette’i ile yol alırken yolun kenarında işkence edilmiş, yaralı ve çırılçıplak bir kadın bulur. Bu kadın büyük ihtimalle Ebru’nun ablasıdır. Ayla onu kurtarmaya çalışır. Ayla kadını hastaneye götürmez kendi evine götürür. Ayla kendi evinde kadını tedavi etmeye çalışır. Bu kadının hayatı da Şerif’in sürdüğü arabanın altında kalan kardeşi Ebru’nun ölümü ile berbat olmuştur.

ZAMAN

Olaylar bir ailenin üç kuşaklık hayat hikâyesini kapsamaktadır. Tahmini bir rakamla 75 yıllık bir zaman dilimi parçalı bir biçimde anlatılmaktadır. Şerif’in babasını öldürdüğü tarih 1971’dir. Bunu da dolaylı yoldan anlıyoruz. Kamuran Sipahi’nin Corvette’inin 1971 model olduğu söylenir ve birkaç sayfa sonra da bu aracın son model olduğu anlatılır. Biz de bundan hareketle Şerif’in babasını öldürme tarihini belirleyebiliyoruz.

Kitapta Numen adlı emperyalist bir ülke Medar adlı bir ülkeye savaş açmıştır. Romanın basım tarihine bakarak (2004) bu olayın ABD’nin ikinci Irak savaşına atıfta bulunduğunu iddia edebiliriz. Bir hataya sebebiyet vermemek için şunu söylemeliyiz ki bu durum romanda belirgin ifadelerle anlatılmaz, biz bunu aşırı yorum ile metinden çıkarıyoruz.

Kitabın sonunda bir tarih ifadesi daha vardır. Bu ifadede 2002 yılına işaret etmektedir. Bunlar dışında romanda zaman mefhumu üzerine açık ifadeler bulunmamaktadır. Olayın geçtiği zaman değil olaylar ve simgeler üzerinden bir anlatım söz onuşudur. Romanda zaman önemli bir unsur değildir. Zaman unsurundan biraz kırpılmıştır; fakat aynı şeyi yer unsuru için iddia edemeyeceğiz. Romanın geçtiği yerlerin her biri adeta romanın ayrı bir kahramanıdır diyebiliriz.

YER

Numen adlı bir ülke var. Bu ülke ekonomik, kültürel ve toplumsal açıdan oldukça gelişmiş bir ülke. Belki de günümüzün ABD’sini simgeliyor diyebiliriz. Bu ülke Şerif’in kaçıp gittiği ülkedir. Kalantor sendikacı Kamuran Sipahi Numen’de sendikacılık eğitimi almıştır. Bu ülke Medar adlı başka bir ülke ile savaş halindedir. Bizim tahminimizce bu medar ülkesi Irak’tır. Numen savaş halinde olduğu bu ülkenin binlerce askerini ve sivil vatandaşını öldürmüştür. Kitabın basım tarihine bakarak bu ülkenin ABD olduğunu söyleyebiliriz.

Küsuf, ailenin evinin bulunduğu ve aile üyelerinin yaşadığı şehirdir. Romanda hangi ülkenin şehri olduğuna dair bilgi yoktur. Yekovankuşu, Şerbetçi, Koçan bu şehir içindeki mekânlardır. Küsuf şehri romanda ‘’aklın iflas ettiği yer, aklın tarumar olduğu yer’’ olarak tanıtılır.

Kahramanların bahçesinde manolya ağacı olan evleri Yelkovankuşu adlı bir yerdedir. Yelkovankuşu, romanın önemli mekânlarından birisidir. Şerbetçi adında bir yer vardır bunun yakınlarında, burada deri atölyeleri vardır. Dede Halil’in burada bir deri imalathanesi vardır. Şerbetçi’de bir yangın çıkar, Halil bu yangın sırasında ölür, yangın Yelkovankuşu’na da yayılır. Şerbetçi’nin lağımlarından çıkan fareler manolyalı evi istila ederler. Fehime’nin ve belki de Bedia’nın farelere olan takıntıları bu olaydan kaynaklanmaktadır. Romanın adındaki kül ve yel ifadelerini bu bağlamda da okuyabiliriz.

Fehime’nin manolyalı evinin bahçesinde ‘’Dehliz’’ adlı bir yer vardır. Ayla ve Şerif çocukken bu yeri çok merak ederler. Fehime büyüdüklerinde onlara orayı göstereceğine dair söz verir. Fehime ve Ayla Şükrü’yü klip çalışmaları kapsamında dehlize sokar, Şükrü orada kendi benliğinde bir yolculuğa çıkar. Kendine bile itiraf edemediği pek çok şeyi itiraf eder. Dehliz simgesel bir yer, hafızanın dehlizlerine atıfta bulunuyor bence. Hafızaya, belleğe bu kadar takıntılı ve unutmayı istedikleri pek çok yaşantıya sahip bir ailede bu dehliz pek çok şeyi tek başına simgeliyor.

Koçan, ağaçlıklı bir yerdir. Fehime evde daraldıkça burada gezintiye çıkar. Burada tanıştığı Emir adlı biriyle birlikte olur. Ondan doğan çocuğun adını da Emir koyar.

DİL VE ANLATIM

Yazarın şiirsel bir anlatımı var. Pek çok bölümde çağdaş Türk şiirine taş çıkartacak pasajlar var. Devrik cümleleri senfonik bir ehliyetle kullanıyor sanki yazar. Cümlelerde tek bir sözcüğün yeri dahi değiştirilemez. Yazarın bu yapıya ulaşmak için çok uğraştığı açık. Hem eski hem de yeni sözcüklerimizi başarılı bir biçimde kullanıyor yazar. Cümleler tek başına okunduğunda oldukça yalın; fakat bağlamın içinde birlikte çok farklı bir hava sunacak biçimde organize edilmişler, biraz dikkatli bakınca bu daha iyi anlaşılıyor.

Roman yer yer anlaşılmaza uzanacak oranda çözülmesi zor bir metin olarak inşa edilmiş. Bu kötü bir özellik değil. Özellikle son yıllarda ortalama bir ortaokul zekâsına hitap eden bir dille yazılan romanlardan gına geldi. Konusu bakımından bir çoksatar olmaya müsait bir roman; fakat yazar küçük oyunlara tenezzül etmiyor, seviyeyi düşürmüyor. Kül ve Yel romanını anlamak isteyen okur biraz çaba sarf etmek zorunda. Nitelikli okura tam bir muharebe alanı sayfalar. Bu açıdan Müge İplikçi’nin seçimini takdirle karşılamak gerekli.

Roman tekniği bakımından herhangi bir iptidailik tespit edemedik. Yazar bu konuda da tam anlamıyla yetkin. İç monolog, flash back, tekniklerini oldukça başarılı bir biçimde kullanıyor. Kurgu ise sarmal bir özellik taşıyor. Kanımızca bu da romanın konusu ile uyumlu. Doğrusal bir kurgu bu romanı sıkıcı bir hale getirirdi kesinlikle. Yazar Alzheimer hastası bir kadının hayatını anlatmak için en doğru kurgu yöntemini seçmiş. Fehime hatırladıkça geri dönüşlerle birlikte okur istese de olay örgüsünden kopamıyor. Kurgudan kaynaklanan bir sürükleyicilik var. Neymiş? Demek ki sığ çoksatar romanlarda yapıldığı gibi okuyucuyu merakta bırakacak entrikalar kullanılmadan da sürükleyicilik sağlanabiliyormuş!

Psikolojik tahliller oldukça çarpıcı ve gerçekçi. Psikoloji salatası haline getirilmiş Amerikan romanlarından biri değil Kül ve Yel. Kahramanların psikolojik çatışmalarının tamamının hayatta bir karşılığı var. Karakterlerin psikozlarının tamamının realitede karşılıkları var. Örneğin hiçbir karakter sebepsiz yere dengesiz davranışlar sergilemiyor. Yaptıklarının tamamının geçmişte yaşadıkları sorunlu olaylarla bağlantısı var. Ne Şerif’in kompleksi zorlama ne de Bedia’nın dengesizliği…

Romandaki mekânların tasvirleri oldukça ilginç. Örneğin bir mekânı hayalinizde fiziksel olarak canlandırmanıza yardım eden tasvirler değil bunlar; fakat mekânlara bir ruh üfleyen, onları fiziksel özelliklerinden ayırarak romanın yaşayan bir kahramanı haline getiren tasvirler var. Kül ve Yel romanında iç ve dış mekânların tamamının yaşayan bir insandan hiçbir farkı yok sanki. Yazar tasvirleri yeri geldikçe olaylarına akışına uygun yerlerde yapıyor. Biz gereksiz bir tasvir tespit edemedik. Yazar sayfaları tasvirlerle doldurmak yerine Çehov’un sözünü dinleyerek duvara bir tüfek yerleştirdiyse o tüfeği romanın içinde mutlaka patlatıyor. Ayrıntılı betimlenen her yerin, her varlığın romanda bir işlevi var.

SONUÇ

Kül ve Yel aile romanıdır. Bir ailenin üç kuşak içinde yaşadığı her şeyin -ya da hatırlanabilen her şeyin- romanıdır. İnsan ilişkilerindeki çarpıklığın en yalın haliyle önümüze serildiği bir roman bu. Yelkovankuşu ve Şerbetçi’nin sanayileşme sonucunda değişen çehresi, çevrenin değişen çehresinin insan doğası ve psikolojisi üzerinde yarattığı tahribatın romanıdır Kül ve Yel. Kapitalizmin çürüttüğü insanların hayat hikâyesidir bu. Kül ve Yel çürüyen insanla birlikte kaybolan hayatların, bir ömür süren işkencelere dönüşmesinin somut bir biçimde edebiyatın imkânları ölçüsünde ortaya serilmesidir. İnsanın özünün çürümesiyle birlikte fareleşen, hayvanlaşan insanın öyküsüdür bu. Kül ve Yel, ‘’belleğin dehlizlerindeki hafıza sahibi farelerin oratoryosu’’dur.

Kül ve Yel romanda kullanılan önemli simgelerdir. Yangından sonra geriye kalan küldür, yel ise külü dağıtır, bir anlamda kül yangından arta kalan hatıralardır ve yel onları dağıtarak ortadan kaldırır ve unutturur. Kül yangının hafızası, yelin külleri dağıtması ise onun unutulmasını simgelemektedir. Romandaki kahramanların tamamının hayatı bir yangın yerine benzemektedir ve onlar için unutmak yenilenmektir. Bu bağlamda unutmak yeni bir başlangıç yapmanın imkânlarını gerçekçi hale getiren bilişsel bir süreçtir, unutmak ‘’her şey güzel olacak’’ demenin imkânıdır. Buna rağmen hiçbiri unutmayı başaramaz, Fehime bile Alzheimer hastalığına sığınmasına rağmen unutması gereken hatıralarından kurtulamaz. Geçmiş geleceğin mimarıdır, romanın kahramanları geleceğe yürümek ve ‘’her şey güzel olacak’’ mottosunu gerçekleştirmek isterken gittikleri her yerde önlerine geçmişin ayak izleri çıkmaktadır.

Unutmak romanın içinde farklı farklı yerlerde kullanılan kahramanların tamamının gerçekleştirmeye çalıştığı ortak bir eylemsel süreç. Hemen hemen tüm kahramanların unutmak istediği hatıraları var ve onları unutamadıkları için psikolojik travmalar yaşıyorlar. Fehime unutabildiği için Alzheimer oluyor ve bir anlamda daha çetrefil ruhsal karmaşalardan kendini sıyırabiliyor. Bu roman ilk sayfasından son sayfasına kadar unutulmak istenen hayatların romanıdır. Unutulmak istendikçe unutulamayan ve daha fazla kanatan hatıraların romanıdır.

Kül ve Yel, insana, hayata dair bir şeyler okumayı özlemiş okurlar için mükemmel bir kitap. İnsanı tanımak istiyorsanız bu kitabı mutlaka okumalısınız. İnsanın her yönüyle ortaya çırılçıplak çıktığı bir roman bu. Zor bir roman. Anlam katmanlarını zahmetsizce açmıyor size; fakat o katmanların içinde arkeolojik kazı yapmaktan entelektüel bir zevk alan okurlara tam anlamıyla bir safari zevki vereceğinden eminim. Eyyy, nitelikli okur neredesin? Geldiysen kapıyı üç kere çal!

Kurgusundan başka hiçbir şeyi olmayan piyasa romanlarının entrika dolu iklimine alışmış okurların bu romandan uzak durması lazım; çünkü o romanların idrak yollarında yarattığı enfeksiyon ile Kül ve Yel’i anlayabilmeleri mümkün değil.

Kül ve Yel, tam manasıyla bir edebiyat söleni!