19 Haziran 2023 Pazartesi

TREVANİAN - ŞİBUMİ - EDEBİYATIN MEVZİSİNDEN POPÜLER KÜLTÜRÜN MÜSTAHKEM MEVKİLERİNE KARŞI POSTANARŞİST BİR HURUÇ HAREKÂTI!

TREVANİAN - ŞİBUMİ

EDEBİYATIN MEVZİSİNDEN POPÜLER KÜLTÜRÜN MÜSTAHKEM MEVKİLERİNE KARŞI POSTANARŞİST BİR HURUÇ HAREKÂTI

Popüler Kültürün Kompostunda Lezzetli Yazınsal Sebzeler Üretmek

Trevanian (Rodney William Whitaker) kimilerine göre ilginç kimliği ve kişiliği ile öne çıkan alışılmışın dışında bir yazar olarak kabul edilirken kimilerine göre ise alışılagelmiş dünyanın vasatlaştırıcı standartlarının sınırlarını hoyratça delen ve olması gerektiği gibi tek ve emsalsiz bir özne kimliğiyle var olmayı başarabilen bir yazardır. Hayatı ve gerçek kimliği üzerine 1998'den bugüne kadar pek çok şey yazıldı, oysa bütün bu yazılanlar arasında onun hayatı ve gerçek kişiliğinin yarattığı eserlerde yer aldığı gerçeğini cesurca ifade etmeyi başarabilen tek bir eleştirmen çıkmadı. Vasatlaştırıcı bir entelektüel iklimde var olmaya çalışan eleştirmenlerden çok farklı ürünler beklememek lâzım, neticede standardı yakalamak için entelektüel derinlikten ve ince işçilikten taviz vermek zorundasınız. Çünkü anamalcı ekonomik sistemin dayattığı verimlilik yasaları bunu emrediyor. Verimli bir roman ile estetik bir roman arasındaki farkı İtalyan ustaların ürettiği el yapımı bir Colnago Arabesque Campagnolo Süper Record bisiklet ile Amerikan vasatlığının ürettiği Trek Madone arasındaki fark kadar belirgin. Zaten Şibumi romanında da Trevanian yüzlerce sayfada bunu somutlaştırmaya çalışıyor. 

70'li yıllarda çürüyen Amerikan kapitalizminin temel dinamiklerini keşfeden ve bunu roman sanatının araçlarıyla aktaran bu eseri bir popüler kültür nesnesi olarak tanımlamak ne kadar doğrudur? Dönemde yazılan ve "edebiyat" alt başlığı ile tasnif edilen yazınsal ürünlerin hangisinde döneminin toplumsal gerçekliği bu derece açık bir biçimde yansıtılabilmiştir? Bir kitap çok satıyorsa sığdır, popüler kültür nesnesidir, edebiyat dışıdır, endüstriyel bir yapıya bürünen edebiyat piyasasının yapay bir ürünüdür demek bu kadar kolay olmamalı. Eleştirel gerçekçiliğin selasının okunduğunu savlayan postmodern edebiyat eleştirmenlerinin yanıldığı bir nokta var: İnsanoğlunun tarihsel gelişim süreçlerinin herhangi bir safhasında ortaya çıkan ve yaygınlaşan bir olgu her ne saikle olursa olsun topyekûn bir biçimde ortadan kalkamaz, kaldırılamaz. Geçmişin kökleri, geleceğin filizlerinin hammaddesidir. Şibumi bize bir anlamda bunu kanıtlıyor. Ortaçağ'dan kalma kültürel değerlere yaslanan bir antikahramanın -kime göre, neye göre - modernizmin inşa ettiği burjuva kültürüne karşı meydan okuyor ve Ortaçağ'dan kalma ilkel ama defalarca hayatın nesnel gerçekliğinde sınanarak çelikleşmiş değerler sisteminin üstünlüğü sayesinde başarıya ulaşıyor. Nicholai Hel'in roman boyunca bir cehennem meleği olmanın ötesine geçerek modernizmin yarattığı kitlesel kültürü reddeden efsanevi bir kahraman olma statüsüne yükselten niteliği burada aramak lâzım.

Trevanian, Şibumi adlı romanında popüler roman klişelerinin neredeyse tamamını çok etkin bir biçimde ve edebiyat bölümlerinde ders olacak nitelikte kullanıyor. Bir edebiyat profesörü, dersinde, popüler roman konusunu anlatırken vereceği örneklerin tamamını bu kitapta bulabilir, bulmak için de çok fazla zorlanmaz. Oysa Şibumi alelade bir popüler roman olmanın çok ötesinde bir yapıt. Yazar, popüler kültürün çöplerini geri dönüşüme uğratıyor, onları yeniden yaratıyor, bu çöpleri kompost hâline getirerek o toprakta çok verimli sebzeler ve meyveler üretebiliyor. Bu noktada şunu da söylemek mümkün: Çürümüş Amerikan kültürünün çöplerini geri dönüştürüp yeniden işleyerek başyapıtlar inşa ediyor. Şibumi romanının içeriği ve romanın ana örgesi ile oldukça uyumlu bir edebi üretim bu. Bir yandan romanın başından sonuna kadar vasat Amerikan kültürü alenen aşağılanırken diğer yandan bu aşağılanmanın o kültürün yarattığı bir yazınsal form ile yapılıyor olması yazarın entelektüel donanımının bir delili olarak karşımıza çıkar. Romanın bazı bölümlerinde aşağılanan popart akımı ürünlerine bakarak da yazarın sanat kültürünün içinden gelen biri olduğuna kesin kanaat getiriyoruz. Hatta CIA'nın kadrolu ressamı Jackson Pollock'a yapılan göndermeleri anlamak için "sanat tarihi profesörü" olmaya gerek yok. Ayrıca CIA’nın uluslararası beceriksizliğyle açıktan alay etmeyi göze alabilen ender romanlardan biri olmasıyla da öne çıkıyor Şibumi! 

Posthümanist Hegemonyanın Topyekûn İmhası

İnsanı alelade bir egemen hayvan türü olarak kabul ederek gidebileceğiniz tek menzil var: Antihümanizm! Günümüzdeki yaygın kabulle buna "posthümanizm" demek daha doğrudur. Eskiden ise buna "mizantropi" denmekteydi. Yeni bir kavram değil, yeni kasasıyla tekrar piyasaya sürülen geçmişte popüler olmuş bir otomobil modeli gibi düşünün. Ya da insanoğlunun var olduğu günden bugüne kadar öyle ya da böyle var olmuş insan becerilerinin yepyeni bir adlandırma ile 21. Yüzyıl Becerileri olarak pazarlamasını da buna benzetebilirsiniz. Posthümanizm aslında nonhümanizmdir. İnsanın ve onun yarattığı bütün bilimsel ve kültürel değerlerin imhası üzerine kurulu bir 21. yüzyıl doktrinidir. Sanat ve edebiyat ürünleri ile  topluma enjekte edilen bu zehir kitlelerin bilincini vasatlaştırmakta ve yüzyılın kültürel üretimini niteliksizleştirmektedir. Son yıllarda yayımlanan ve insanı iyi, doğru, güzel, üretici, değerli bir varlık olarak işleyen herhangi bir roman hatırlayanınız var mı?

Şibumi'de öykülenen Nicholai Hel'in yaşamını incelediğimizde bir birey olarak insanın kendini inşa etme sürecini açık bir biçimde görebiliyoruz. Yazarın insana bakış açısı oldukça gerçekçi, ne insanı dünyada en şerefli varlık statüsüne yükseltiyor ne de posthümanistlerin aşağılayıcı üslubuyla hayvandan daha aşağı bir tür olarak tanımlıyor. Bu romanda insana dair bir umut var. Düpedüz bir kiralık katil olmanın çok çok ötesine geçecek şekilde kendini yetiştirerek çağdışı ama donanımlı bir entelektüel olmayı başarabilen Nicholai Hel, zengin yataklarında bir gecelik zevklerin nesnesi olmuş harcıâlem bir fahişe olmanın çok çok ötesine geçen bir Hana, uluslararası bir sado-mazoşist siyasal hareket hâline gelen Bask milliyetçiliği ile mankurtlaşmanın çok çok ötesine geçerek kendine has, özgün bir ulusal filozof-şair kimliği inşa edebilerek yücelen Benat LeCagot var bu romanda. Bu karakterlerin tamamı çağın kendilerine dayattığı ısmarlanmış kimliklerine ait gömlekleri çeşitli noktalarından delerek o gömleğin kumaşından kendilerine özgü karakterler inşa etmeyi başarabilmiştir. Romandaki bu karakterler yazarın insana olan inancını ortaya koyuyor, romanda karşımıza çıkan aşağılık insan tiplerinin karşısında kendi kimliğini inşa noktasında başarılı olmuş bu karakterler de yer alıyor. Yazar yaşamın nesnel gerçekliğini somut bir biçimde ortaya koyuyor, ne tamamen hayali bir dünya yaratıyor ne de yaşamın tekdüze döngüsünün içinde tıkılıp kalıyor.

Genel olarak bakacak olursak romanda yüceltilen insan tipi şair, filozof, savaşçı insan tipidir. Amerikan tipi tüccar burjuva kültürsüzlüğüne sahip insan tipi ise her fırsatta aşağılanmaktadır. Belki de bu roman sırf bu aşağılama için yazılmıştır, bilemiyoruz ama eldeki veriler bunu kanıtlamaya yetecek oranda çok. Şair, filozof, savaşçı kimliklerini -tek tek değil bir bütün biçiminde- aynı bedende birleştirmeyi başarabilmiş insan türü, tarihin her döneminde dünyanın en tehlikeli insan türü olarak tanımlanmıştır. Tarihin her döneminde bu tür, toplumdan dışlanmış, ana akım tarafından kendi egemen dünya görüşüne karşı bir tehdit olarak algılanmış, sövülmüş, dövülmüş ve sürülmüştür. Tarihin her döneminde bu tür, hayatta kalabilmek için vasat kitlelere karşı  radikal bir şiddet üreterek varlığını sürdürmek zorunda bırakılmıştır. Nicholai Hel de inandığı "çağdışı" değerleri yaşatmak ve bu değerlerle kendi yaşamına devam edebilmek için insanı dehşet içinde bırakan şiddet eylemlerine girmek zorunda kalmıştır. 

Amerikan Emperyalizmi ve Onun Yarattığı Kitle Kültürünün Aşağılanması

Kitabın ilk bölümünden başlayarak kapitalizmin yücelttiği burjuva kültürü, "tüccar kültürü" adı altında ve her fırsatta aşağılanmaktadır. Yazarın da içinden çıkmış olduğu bu kültüre yönelik sert eleştirilerinin arkasında çocukluğunda yaşadığı bir travma arayan psikanalitik eleştiri kuramcılarının tezleri artık kabak tadı vermeye başladı. Trevanian'ın bu kültüre yönettiği eleştirilerin tamamı kişisel görüşlere değil somut olgulara dayanıyor. Kitabın muhtelif yerlerinde verilen örneklerle bu olguların tamamı somut bir biçimde ortaya konularak tartışılıyor. Yazarın Amerikan kültürüne karşı duyduğu tiksinti, çocukluk döneminde yaşadığı bir travmanın ürünü değildir, onun çocukluğundan başlayarak bugüne kadar yaşadığı, her gün ve her dakika farklı bir kokuşmuşluk örneğiyle karşılaştığı bu yoz kültürün yarattığı devamlı travmaların bir ürünüdür. Bizim kitaplarda okurken, sinema filmlerinde izlerken iğrendiğimiz yaşamsal olayları yazar çocukluğundan beri her gün bizzat içinde yaşayarak deneyimliyordu. Bu sürecin yarattığı yoğun tiksinti, Şibumi romanında Amerikan kültürüne karşı kullanılan ağır dille estetik düzlemde ifadesini buluyor. 

Amerikan edebiyatı olarak bize tanıtılan ve çeşitli bağlamlarda listelenen on romanı üstünkörü bir biçimde incelediğinizde bile listeye girecek olgunluğa ulaşmış bütün romanların bir ölçüde Amerikan emperyalizmi ve onun ürettiği vasat kitle kültürünün eleştirisi üzerine kurguladığını görebilirsiniz. Ses ve Öfke'den tutun da Vahşetin Çağrısı'na kadar ne kadar kült roman varsa hepsinde aynı eleştirel öz ile karşılaşıyoruz. Dolayısıyla Trevanian'ın Şibumi adlı eserinde de aynı içerikle karşılaşmış olmak bizi zinhar şaşırtmıyor. Sadece eleştirinin bu ölçüde sert ve alışılmamış ölçüde felsefi derinliğe sahip bir biçimde karşımıza çıkması bizi oldukça şaşırtıyor. Eleştirinin yer yer ağır aşağılama boyutlarına ulaşması ise romanın edebi değerini düşürmekten çok arttırmaya yarıyor. Yazarın bu sert üslubu kullanma konusundaki kişisel psikolojik gerekçelerinin ne olduğu konusuyla ilgilenmiyoruz; çünkü kitapta yazar bu sert üslubun politik gerekçelerini açık bir biçimde ortaya koyarak romanın bu eleştirel içeriği üzerine yürütülecek tartışmaların önceden önünü kesiyor. 

Romanda yüceltilen kültürel unsurlara baktığımızda tamamının günümüzde çağdışı kalmış kültürlerin uzantısı olduğunu görüyoruz. Ortaçağ Japon kültürü, Avrupa'nın ortasında olmasına rağmen bütün bağlamlarda bu kültürün dışında kalmayı başarabilmiş Bask kültürü sürekli yüceltilirken modernizmin inşa ettiği küresel kültür ise sürekli hor görülüyor. 

Ortaçağ Soylu Kültürünün Yüceltilmesi

Romanda yeni çağın soysuzlaşan burjuva kültürüne karşı Ortaçağ'ın soyluluk değerlerinin yüceltildiğini gözlemliyoruz. Ortaçağ'dan kalma bir Bask şatosunda yaşayan, arazisine otomobil dahil hiçbir teknolojik aracın girmesine izin vermeyen, her açıdan çağ dışı kalmış olmasına rağmen yine her açıdan kendini bir üst insan olarak yetiştirmeyi başarabilmiş bir kahraman olarak karşımıza çıkan Nicholai Hel, üzerinde derin psikolojik tahlillerin yapılması gereken çok boyutlu bir roman kahramanı olarak karşımıza çıkıyor. 2023 yılında bizzat içinde yaşayarak deneyimlediğimiz Yeni Ortaçağ'ın ideolojik ve kültürel ortamının köklerini Şibumi romanının yazıldığı 70'li yıllarda aramamız gerekiyor. Modernizmin tektipleştirici ve vasatlaştırıcı yapısının kökleri o yıllarda atılıyor. İkinci Paylaşım Savaşı sonucunda mutlak bir biçimde siyasal hâkimiyetini ilan eden Atlantik merkezli politik iktidar, bir süre sonra kendi kültürel iktidarını inşa etmeye başlıyor ve Atlantik merkezli kültürel hegemonyanın inşasına başlanıyor. Bir yerde herhangi bir şekilde hegemonya inşa edilmeye çalışılıyorsa onun yarattığı iktidar alanının tam karşısında ona muhalif bir kültürel formun yeşermesi de oldukça doğaldır. Trevanian Şibumi romanıyla bu karşı kültürün inşa edilmesi konusunda ilk örneklerden biri olarak karşımıza çıkıyor. 

Kültür kültürdür. Kültürün gerisi, ilerisi; çağdaşı, çağdışısı; soylusu, soysuzu; olmaz. Kültürsüzlük dahi bir yokkültür olması nedeniyle kültürel bir seviye ifade eder. Ortaçağ'ın yarattığı kültürü geri olarak tanımlarken Yeni Çağın yarattığı kültürü ileri olarak tanımlamak bu nedenle anlamsızdır. Antropolojik açıdan da İlk Çağ'da inşa edilen kültür ile günümüzde içinde yaşadığımız modern kültürü karşılaştırmak bilim dışı bir eylemdir, anakronizmdir. Levi Strauss'un kültür üzerine geliştirdiği tezlere dayanarak bunu savunuyoruz; fakat bu tezlerin yaşamın nesnel gerçekliğinde sınanarak doğrulandığını da görüyoruz. Şibumi romanının ana karakteri Nicholai Hel ve onun sahip olduğu kültürel değerleri çağ dışı ve geri olarak tanımlamak bu yüzden doğru değildir. Kahramanın geliştirdiği kişisel kültürel değerler ile içinde yaşadığı çağın kültürel değerlerini karşılaştırarak ele aldığımızda Nicholai Hel'in değerlerinin çağın değerlerine göre daha üstün olduğunu görüyoruz. Peki bu üstünlük bir ilerilik ve gerilik göstergesi midir? Sanmıyoruz. Öyle olsaydı dahi Nicholai Hel'in değerler sisteminin modern değerler sisteminden daha ileri olduğunu söylemek zorunda kalırdık.

Liberal Sol Aktivistliğinin Küçümsenmesi, Şık Bir Entelektüel Tavırla Hor Görülmesi 

Romanda her görüşten radikal tipin seçimli bir bakışla olumlandığını görüyoruz. Japon faşist kültüründen tutun İsrailli radikal ulusalcı siyonistlere, oradan Bask ultra-milliyetçilerine kadar uzanan ve romanda karşımıza çıkan bütün radikal politik özneler bir şekilde olumlanıyor. Her politik görüşten liberal sol aktivistliği ise hor görülüyor ve aşağılanıyor. Liberal aktivistlerin bütün eylemleri bir ergen aksiyetesi statüsüne düşürülerek küçümseniyor. Romanın başından sonuna kadar ılımlı olan tek bir politik harekete dahi olumlu bir bakış göremiyoruz. Burada yazarın burjuva kültürüne yönelik eleştirisini dayandırdığı bir nokta daha tespit edebilmiş olmamız bizi şaşırtmadı. Zira burjuva kültürü her türlü radikallikten arındırılmış bir uzlaşma kültürüdür. Burjuvazinin egemen olduğu politik ortam her görüşten ılımlı politik eğilimin sahne aldığı bir demokrasi sirkidir. Yazar ise Şibumi adlı romanında bu demokratik sirke yönelik oldukça ağır eleştiriler getiriyor. 

Nicholai Hel karakterinin günümüzde bolca karşımıza çıkan postanarşist karakterlerin öncülü olması da buna dayanıyor. Devletler ve milletler üstü bir karakter olarak karşımıza çıkan Nicholai Hel'in tüm dünyada çok geniş bir okur kitlesini kendine hayran edebilmesinin arkasındaki neden bu olabilir. Bir başka açıdan bakmak gerekirse burjuva kültürünün egemen olduğu her yerde radikal eğilimlere sahip insanların konu edinildiği hikayelerin alıcısı çoktur. Romanda da sinemada da durum maalesef böyle. Bu radikal yaşamların hikâyelerini kitaptan okumayı, beyaz perdeden izlemeyi çok seven burjuvazi, onlara toplumsal yaşamda bir yer açmaya sıra geldiğinde bunu o kadar da sempatik bulmaz. Sözgelimi ayıla bayıla okuduğu Nicholai Hel ile gerçek hayatta tanışmak, onunla aynı ortamda yaşamak istemez. Onu kendi değerlerine ve kültürüne karşı bir tehdit olarak algılar ve onu yok etmek için ne gerekiyorsa onu yapmaya azmeder.

Şibumi bir çok satardan beklenenin çok ötesinde bir politik derinliğe sahiptir. Tek boyutlu politik karakterleri işleyen piyasa romanlarından ayrışan başka bir özelliği de budur. Sözgelimi Livaneli ve benzeri çok satar politik roman yazarlarındaki politik içerik, ana hikâyeyi çeşnilendiren bir aperatif seviyesine düşürülmüşken Şibumi'deki politik içerik ana hikâyeyi anlamlandıran ana yemektir, hatta ana hikâyenin ta kendisidir. Başlıkta ifade ettiğim ve edebiyatın mevzilerinden popüler kültürün müstahkem mevkilerine yönelik huruç harekâtı, tam olarak bu bağlamda başarılı bir estetik eylem düzeyine yükselmektedir.

Özgürleşme Adı Altında Kadın Bedenini Nesneleştiren Kapitalizmin Kadın Politikasına Reddiye

Bugün yaşı oldukça ilerlemiş olan ve son temsilcilerini de yaş haddinden kaybettikleri için tüm dünyada soyu tükenme noktasına gelen Hippiler, 70'li yılların cinsel özgürlük iklimini çok iyi hatırlar. Bizler ise o dönemde yaşananları tarih kitaplarından öğreniyoruz. 70'li yılların politik iklimini aktaran Şibumi'de o dönemin sınırsız özgürlük ortamına yönelik ağır eleştiriler var. Kadını bir mal ya da hizmet seviyesine düşüren modern toplumun riyakâr değer yargılarını da sert bir üslupla eleştiren Trevanian'ın Şibumi adlı romanında karşımıza çıkan kadın karakterler romanda egemen bir özne olmaktan çok uzaktır. Bazı kadın karakterler çeşitli özellikleri ile zayıf bir yönden ele alınırken bazı kadın karakterlerdeki güçlülük yazarın bu konuda da toptancı bir bakış açısından uzak olduğunu bize kanıtlıyor. Yahudi aktivist Hannah ile Japon geyşası Hana arasındaki farka bakarak bunu yorumlayabiliriz. 70'li yılların özgürlük ortamında yetişen Hannah'ın giyim kuşamından tavırlarına kadar her şey kapitalist kültürün yarattığı cinsel özgürlük safsatası adı altında kadın bedeninin ucuz cinsel meta seviyesine düşürülmesinin bir yansımasıdır. Japon geyşa okulunda Ortaçağ'dan kalma geleneksel yöntemlerle yetiştirilen Hana ise, sonuçta bir nitelikli fahişe olmasına rağmen, modern çağın maskülen ortamlarında bile aldığı nitelikli eğitim sayesinde saygın bir yere sahip olmayı başarabilen ulaşılması güç bir kadın olarak karşımıza çıkar. Bu iki karakter arasındaki derin çelişki, yazarın kadın meselesine bakışındaki nesnelliği ortaya koyar.

Romana yönelik ilk okumamda çok genç ve tecrübesiz bir erkek olarak kitaba baktığımda yazarın bu kitaptaki kadın karakterler üzerinden okura vermek istediği mesajı anlayamadığımı düşüyorum şimdi. Ergen kafasıyla Şibumi'yi okuduğunuzda bundan daha fazlasını çıkarabilmeyi umamazsınız zaten. Diğer yandan ilk okumamda kitabın yoğun cinsel içeriğini de algılayamadığımı fark ediyorum şimdi. Yazarın romanda olumladığı kadın karakterlerin niteliklerine baktığımızda romandaki cinsel içeriğin satış kaygısından çok daha fazla şeyler ifade ettiğini kavrıyorsunuz.

Bestseller Sığlığından Arındırılmış Avangart Cinsel Politika

Piyasa için üretilen sığ bestseller romanlarında şuursuz ergen kafasına uygun, tüketime yönelik ve duygusal derinlikten yoksun bir cinsellik içeriğinin yer aldığını görürüz. Burada yazıcıların amacı cinsel güdüleri son kırıntısına kadar sömürerek piyasa için üretilen popüler kültür nesnesinin (kitap) daha fazla kopyasının satılmasıdır. Dünyada geçmişten bugüne yeraltı edebiyatı olarak tasnif edilen romanlar ile günümüzde bu adla tasnif edilen romanları karşılaştırdığımızda aradaki belirgin farkı görmemek için kör olmak bile yeterli değildir. Örneğin Tom Robbins'in Parfümün Dansı ile Charlotte Roche'un Islak Bölgeler'i arasındaki farkı anlamamak mümkün olabilir mi?  

Trevanian'ın Şibumi adlı romanındaki cinsel içerik sığ bir çok satar roman cinselliğinin çok ötesinde bir niteliğe sahip. Yazarın ayrıntısını çeşitli nedenlerle vermekten sakındığını iddia ettiği ezoterik cinsel ilişki yöntemlerinin neredeyse tamamı günümüzde bilinir hâle gelmiştir. Romanda kadın cinselliğin nesnesi olarak görülmüyor, tam tersine romanda kadın erkekle birlikte cinsellik eyleminin ortak öznesi konumunda. Hel ve Hana gibi kendi bedeninin cinsel sınırlarını bilen kimselerin arasındaki cinsel ilişki pratiği ile standart insanların arasındaki ilişkinin aynı nitelikte olmasını bekleyemeyiz. Hel ile Hana yatakta iki eşit cinsel öznedir ve aralarındaki ilişki de bu bağlamda nitelikli bir cinsellik olarak tanımlanabilir. Hel ile Hannah ise yatakta iki eşit cinsel özne değildir ve bu bağlamda aralarındaki cinsel ilişki nitelikli bir cinsellik olarak kabul edilemez. Olsa olsa çiftleşmedir o! O kadarını hayvanlar da yapabiliyor. Trevanian, kapitalist cinsel politikanın çok eşli, niteliksiz ve sayısal çiftleşme odaklı cinselliğini reddediyor; çok eşli, oldukça nitelikli, sayısal değere değil duygusal içeriğe ve niteliğe odaklanmış, bu nedenle yüceltilmiş bir insan faaliyeti olarak cinselliğe değer veriyor, onu önemsiyor, onu yüceltiyor.

Sonuç olarak Şibumi'deki cinsel politik derinlik, Ahmet Altan ve Elif "Shafak" sığlığıyla entelektüel bilinci dumura uğratılmış Türk okuruna estetik zevkler sunamayacaktır. Zaten cinselliği giriş, gelişme, sonuç basitliğinde aktaran bu avam yazarlarının kitaplarına cebren ve hile ile alıştırılmış bir okur kitlesinin Şibumi'nin anlattığı soylu sadeliği anlamasını beklemek de abestir. 

Sonuç Niyetine Pseudo-Bilimsel Bir Reçete

Ruh hekiminiz bu kitabı okumadan önce ya da okuduktan sonra bir doz Rammstein-Amerika dinlemenizi şiddetle tavsiye  ediyor. Sonuç olarak plasebo etkisi gösterecek olmasına rağmen bu sığ entelektüel ortamın dayanılmaz hafifliğine karşı sert bir müzikal başkaldırı her zaman teskin edici bir hamle olacaktır. Kim bilir, belki de herkeste plasebo etkisi yaratan bir hap sizde ağrı kesici etkisi yaratabilir. Aklı ve bilimi çöpe attıktan sonra her şey mümkün. Neden olmasın?