21 Nisan 2021 Çarşamba

DOĞAN AVCIOĞLU-TÜRKİYE'NİN DÜZENİ


EMPERYALİST DARBOĞAZDA TAM BAĞIMSIZLIK ETÜTLERİ...

Türkiye'yi azgelişmiş olmakla itham edip ülkemizi aşağılamanın önde gelen bir entellektüel spor olduğu aşikâr... İleri teknolojili üretim yapabilen sanayiye sahip olmamamızdan tutun da çağın gerisinde kalmış eğitim sistemine, oradan kadın cinayetlerine ve hatta ülkemizde bisiklet kültürünün bir türlü yerleşememesine kadar her kalemde Türkiye'yi azgelişmiş bir ülke olmakla itham edip aşağılamak Türkiyeli ortalama entellektüelin alamet-i farikasıdır. Küresel çapta entellektüel bir soykırımın yaşandığı günümüzdeki Yeni Ortaçağ düzeninde bile bu çeşit entellektüellerin soyu tüketilemedi. Deniyoruz, ama olmuyor. Ayrık otu gibi bir şey. Bir kere bulaştı mı bir bahçeye onu oradan söküp atmak çok zor. Aslında tüm dünyada egemen kılınmaya çalışılan Yeni Ortaçağ düzeninin yaratmaya çalıştığı insan tipi de budur. Ulusal kültüründen tamamen uzaklaştıktan sonra emperyalizmin dayattığı küresel kültürün hizmetkârlığını yapan, hür dünyanın savunuculuğuna soyunmasına rağmen sadece kâğıt üzerinde özgür, emperyalizme bağımlı bir entellektüel. Bu özelliklerine bakarak yorumlamak gerekirse tam anlamıyla bir "antientellektüel"!

Ülkesinin çeşitli yetersizlikleri dolayısıyla açıkça aşağılamayan kimseye entellektüel denmiyor artık. Azıcık bir yurtseverlik dahi "ırkçı, faşist, ulusalcı" olarak yaftalanıp linç edilmeniz için yeterli bir sebep. Aklı başında hiçbir entellektüel içinde yaşadığı ülkesinin geri kalmadığını iddia edemez. Mesele bu değil. Onurlu bir entellektüel ülkesinin eksikliklerini görüp onları düzeltmek için nesnel durum tahlili yapmak amacıyla bu kusurlara dikkat çeker. Sonra da bu nesnel durum tahlilinden hareketle ülkesini değiştirmek ve dönüştürmek için eyleme geçer. Bunlar ise içinde yaşadıkları ülkenin halkını alenen aşağılamak için kullanıyorlar geri kalmışlık olgusunu. İki tavır arasındaki farkı kavrayamayanlar için yazmıyorum bu yazıyı. Onlar bu paragraftan sonrasını okumayabilir. Gerek yok. Gerçek devrimci, ülkesinin yetersizliğine, az gelişmişliğine dikkat çekerken bu geri kalmışlık durumunu yaratan koşulları ortadan kaldırmayı amaçlar. Emperyalizmin güdümündeki sahtekâr devrimciler ise bozgunculuk yapmak amacıyla az gelişmişliğe vurgu yaparlar.

Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni'nde az gelişmişliğimizin tarihsel kökenlerinden başlayarak günümüze kadar uzanan süreci nesnel bir biçimde tahlil ediyor. Bu kitabı okuduktan sonra ülkemizin pek çok alanda geri bırakılması sürecinin sebep ve sonuçlarını net bir biçimde anlıyoruz. Türkiye'nin modern tarihi söz konusu olduğunda emperyalizmi görmezden gelerek yazılan tarihsel kuramların tamamının niçin çöp olduğunu görüyorsunuz. Türkiye'nin modern tarihini yazmaya niyetlenen bir tarihçinin ilk etapta analiz edip bir açıklama getirmemesinin zorunlu olduğu alan emperyalizmdir. Zira modern Türkiye'nin tarihi bir antiemperyalist mücadeleler tarihidir. Günümüzün Türkiyesinin şekillenmesinde yakın zamana kadar yürüttüğümüz antiemperyalist mücadelelerdeki başarı ve yenilgilerimizin önemi çok büyüktür. Başarılı olduğumuz alanlara baktığımızda bunların antiemperyalist mücadelede de başarılı olduğumuz alanlar olduğunu görüyoruz, başarısız olduğumuz alanların tamamında ise mutlak bir emperyalist esaretin izlerini görüyoruz. Görmemek için kör yahut neoliberal entellektüeller, sahtekâr sözde devrimciler gibi şaşı olmanız gerekiyor.

Türkiye'de antiemperyalist olmadan solcu olunamaz; Türkiye'de emperyalizm teorisi üzerine sistematik, derin ve anlamlı okumalar yapmamış, bu konu üzerine kafa yormamış birinden devrimci de olmaz. Türkiye'nin Düzeni, içeriğiyle devrimci aydınlara yol gösterici bir kitap olma özelliği taşıyor. Türk devrimcisine de nesnel, bilimsel bir perspektiften ülkemizin tarihsel gelişimini okuma fırsatı tanıyor. Bu kitabı okumadan Türkiye'de devrimci olunmaz. Zaten günümüzün devrimcilerindeki kronik hastalıklara baktığımızda bu kitabı derinlemesine okuyup tartışmadan devrimci olmalarından kaynaklanan sorunları açıkça görebiliyoruz. Bilimsel temeli zayıf olan devrimcilerin emperyalistler tarafından dönüştürülmesi de kolay oluyor. Teorideki eksiklikler pratikteki hataların ve giderek devrimci yozlaşmanın temel gerekçesi hâline geliyor. Bilimsel anlamda teorik bilgi birikimi zayıf olan devrimci, kuvvetli olan devrimcilere göre emperyalizmin kucağına daha kolay düşüyor. Türkiye'nin Düzeni ve benzeri kitapların okunup derinlemesine tartışılması bu yüzden büyük önem taşıyor.

Doğan Avcıoğlu'nun Türkiye için önerdiği politik stratejiyi şöyle özetlemek mümkündür: Bağımsızlık içinde toplumsal devrimler yoluyla çağdaş uygarlığa ulaşmak!!! Basit gibi görünebilir ancak üzerinde derinlemesine düşündüğümüzde Avcıoğlu'nun o kadar da basit bir stratejik süreci tanımlamadığı sonucuna ulaşıyoruz. Birinci nokta bağımsızlık! Bağımsız olmayan bir devletin mevcut dünya koşullarında yapabileceği hiçbir şey yoktur. Bağımsızlık olmadan onurlu bir devletinin inşa edilebilmesi mümkün değil. Buraya yapabileceğimiz tek ek "tam bağımsızlık" olabilir. Her alanda emperyalizme göbekten bağlı bir devletin bağımsızlığından söz edilemez. İkinci nokta toplumsal devrimler!!! Devrimin yürütücü motorunun toplum olması gerektiğine vurgu yapılıyor burada. Toplumsal yaşamda ileriye doğru sıçramalar yaratarak yepyeni bir insan tipini egemen kılacak toplumsal devrimler sayesinde ilk aşamada toplumsal sınıflar arasındaki uçurumu kademe kademe azaltıp öngörülebilir bir sürede tamamen ortadan kaldırmak. "İmtiyazlı, sınıflı, bölünmüş bir kitle"den "imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle"ye doğru dönüşümü sağlayacak eylemsel süreci başlatacak unsur toplumsal devrimler olacak. Bu devrimlerin yürütücü motoru ise geniş halk kitleleri olacak. Bir zamanların meşhur tabiriyle söylemek gerekirse "zinde güçler"in toplumsal sınıfların içinden çıkması gerektiğini vurguluyor. Toplumsal devrimler sürecinde devrimin yürütücüsü bürokratlar, askerler, entellektüeller değil halk sınıfları olmalıdır.

Burada devrim için zinde güçlerin devrime öncülük etmesinin yeterli olacağı tezine katılmadığımı ifade etmek istiyorum. Zira devrimcilerin bu güne kadar Türkiye'de başarılı olamamalarının en büyük sebebinin geniş halk kitlelerini devrimin saflarında disiplinli biçimde örgütlemeyi başaramamaları olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de başarılı olmuş tek devrim Kemalist Devrim'dir. Kemalist devrimi yaratan toplumsal sınıfları çözümlemeye çalıştığımızda şu gerçeği görüyoruz: Devrime önderlik eden sınıflar işgalden zarar gören geniş halk kitleleridir. Tarihsel süreçte öne çıkan kişiler Kemalist devrime önderlik eden Mustafa Kemal ve yakın çevresindeki dar kadro olmasına rağmen, bu devrimci önderliğin ortaya koyduğu programın başarıya ulaşmasının asıl sebebinin geniş halk kitlelerinin maddi ve manevi açık desteği olduğunu görüyoruz. Kasaba eşrafı, büyük çiftçiler, ağalar, esnaf, köylü ve emekçilerin desteği olmasaydı Kemalist devrim daha beşiğinde boğulurdu. Evet, doğru önderlik önemli fakat devrimin programına inanmış geniş halk kitleleri olmadan sadece zinde güçler ile devrim yapmaya çalışmak ham bir hayal. Kitle çizgisini devrimci programa egemen kılmak ile kitle kuyrukculuğu yahut popülizm yapmak arasındaki büyük farkı da burada anmadan geçmeyelim. Tarihsel süreçte zinde güçlerin  başarısızlığı bizim düşüncemizi kanıtlamaktadır.

Türk devriminin 21. Yüzyıldaki en büyük ilkesi maalesef hâlâ "tam bağımsızlık"tır. Kendi topraklarımızda bağımsızlığımıza ipotek koyan koşullarda yaşamak zorunda bırakıldık. Kemalist devrimle kazandığımız bütün mevzileri teker teker kaybettik. Tam bağımsızlık ilkesinden uzaklaştıkça - diğer alanlardaki sorunların da baskısıyla - kendi sorunlarını çözmeyen, emperyalistlerin müdahalelerine açık bir ülke hâline geldik. Ekonomide bağımlıyız, dış politikada bağımlıyız, savunmada bağımlıyız, eğitimde bağımlıyız, kültür- sanatta bağımlıyız, turizmde bağımlıyız, sanayide bağımlıyız, ticarette bağımlıyız... Bu sıralama uzadıkça uzar gider. Bu alanların tamamında mutlak bağımsızlığımızı elde etmeden siyasal olarak tam bağımsızlıktan söz edemeyiz. Emperyalizme bağımlı olan bir ülkenin hiçbir alanda bağımsız olması mümkün değildir. Politikada "tam bağımsızlık" ilkesinin ne kadar önemli olduğunu günümüzde emperyalistler tarafından çepeçevre kuşatılmış ülkemizin nesnel koşullarına baktığımızda daha net görüyoruz. Birazcık toparlandığımızda, birazcık bağımsız bir politika yürütmeye çalıştığımızda emperyalistler tarafından organize edilen siyasal, askerî, ekonomik darbelerle hizaya sokulmaya çalışılıyoruz. Bu gün Türkiye'de bu nesnel gerçekliği görmeden siyaset yapmaya çalışanlara gülemiyoruz bile. Onlara sadece acıyoruz.

Türkiye'nin Düzeni adlı kitabında Türkiye'nin ekonomik olarak gelişmesi için "Millî Devrimci Kalkınma" modelinin uygulanması gerektiğini savunan Avcıoğlu'nun bu fikrinin ne kadar yerinde olduğunu 2021 Türkiye'sinde çok acı bir biçimde yaşayarak öğrenmek zorunda kalıyoruz. Millî Devrimci Kalkınma ile ekonomik özgürlüğümüzü kazanamamış olmamızın ağır sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Finansal olarak emperyalist semayeye göbekten bağımlı, sıcak para baronların elinde oyuncak hâline getirilmiş bir ekonomi modeli ile kalkınma hedeflerine ulaşmak doğal olarak mümkün olmuyor. Günümüzde "kalkınma" gibi bir gündemimiz yok. Gündem "kur, faiz, borç, sıcak para"! Üretimi, yatırımı, istihdamı konuşan yok. Bir ülkenin ekonomisinin gücüne yönelik en önemli göstergenin kur ve faizler olması o ülkenin sıcak paraya bağımlı sömürülen bir ülke olduğunun açık göstergesidir. İkinci kurtuluş savaşı koşullarında "millî direniş ekonomisi" modeline geçmek zorunluluğumuz her geçen gün daha acı bir biçimde kendisini dayatıyor. Türkiye'nin yeni dönemdeki ekonomik modelini piyasaların baronları değil hayatın nesnel gerçekleri belirleyecektir. Baronların belirlediği bir ekonomik modelde kazananın geniş halk kitleleri olmayacağını hepimiz biliyoruz zira!

Komprador sanayi ve ticaret burjuvazisinin Türkiye'nin kalkınmasına verdiği zararları görmek için Türkiye'nin Düzeni'ni mutlaka okumalısınız. Komprador sanayici ve iş adamlarının emperyalist güç odakları ile işbirliğine giderek ülkemizin sömürülmesine nasıl yardımcı olduklarını öğreneceksiniz. Ülkemizde yaşayıp, ülkemizde ticaret yapıp, ülkemize fabrika kurup, ülkemizin işçisinin emeğiyle üretim yapan, bu topraklardan para kazanmasına rağmen ekonomik ve siyasi olarak emperyalimin çıkarına hizmet eden bu kompradorları iyi tanımalısınız. Zira yaklaşık olarak yüz yıldır bu kompradorların işbirliğiyle ekonomik kalkınmamızı millî temellere oturtamıyoruz. Ne zaman millî bir sanayi ve ticaret burjuvazisi yaratmak için harekete geçsek bu komprador sanayici ve iş adamlarının ekonomik ve siyasi baskılarına muhatap oluyoruz. Soruyorum: Bu kadar sanayici ve iş adamı olan bir ülke nasıl kalkınamaz? Soruyorum: Bu kadar sanayici ve iş adamı olan bir ülke nasıl dışa bağımlı bir ekonomik modelle yönetilmeye muhtaç olabilir?
Soruyorum: Bu kadar sanayici ve iş adamı olan ülke neden katma değeri yüksek bir üretim yapamaz?

Komprador sermayenin asıl amacının Türkiye'yi yok etmek olduğuna inanmıyorum. Zira yüz yıl böyle bir amacı gerçekleştirmek için yeterli bir süre. Yüz yıla yakın bir süredir Türkiye emperyalizminin ekonomik etkisine mutlak surette açık bir ekonomi olmasına rağmen hâlâ Türkiye'yi yok edemediler. İki ihtimal var: Bütün nesnel koşullar yüz yıla yakın bir süredir onlardan yana olmasına rağmen bunu başaramayacak kadar beceriksizler ya da yok etmek istemiyorlar! Türkiye'yi yok etmek istemiyorlar, tam tersine onursuzca sömürülerek yaşamasını istiyorlar. Zira Türkiye yaşamaya devam ettikçe onlar emperyalist sömürüden pay almaya devam edecekler. Türkiye'nin yaşamasını istiyorlar ama kendi başına bağımsız bir ülke olarak değil, emperyalizme bağımlı bir biçimde yaşamasını istiyorlar. Anadolu köylüsünün bu konuya tam olarak uyan bir sözü var: Ne ondurur ne öldürür! Emperyalizmin çıkarına çalışan komprador sanayici ve iş adamları Türkiye'nin onmasını da ölmesini de istemiyorlar. Kendi başına bağımsız politika yürüten, kendi topraklarında mutlak egemen bir Türkiye yerine dışarıdan talimat alarak havuç-sopa diplomasisiyle yönlendirilen bir Türkiye arzu ediyorlar. Bunu yaparken aynı zamanda virüs gibi yayıldıkları Türkiye ekonomisinin tamamen ölmesini de istemiyorlar. Çünkü bu canlı organizmayı yok ederlerse onun kanını emmeye devam edemeyecekler!!!

İslamcı kanadın elli yıldır ortaya attığı ve kendince yanıtlar vererek çözümlemeye çalıştığı bir soru var: Bizden daha sonra sanayileşmeye başladığı hâlde Japonya nasıl sanayileşti de biz bunu başaramadık? Japonya uzunca bir süre emperyalist etkiye kapalı bir ülke olarak kaldı. O süreçte kendi sanayisini kendi başına kurabilme şansına erişti. Bizi ise hiç rahat bırakmadılar. Emperyalizm üzerimizde dolaşan bir kartal gibi, ne zaman saklandığımız delikten başımızı dışarıya çıkarmaya kalksak tepemize çöktü. Türkiye'deki emperyalist kuşatma olgusunu görmeden ideolojik at gözlükleriyle politika yapmaya çalıştığınızda ortaya koyduğunuz tezlerin tamamı felsefi anlamda safsata olmaya mahkûmdur. Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki durumuna baktığımızda şunu görüyoruz. Amerikan emperyalizminin mutlak tahakkümü altında, Japon geleneksel kültüründen hızla uzaklaşarak Amerikanlaşan ve dolayısıyla yozlaşarak çürüyen bir millet görüyoruz. Bu günün Tokyolusunun ortalama bir New Yorkludan hiçbir farkı kalmamış ise günümüzün Japonya'sının mucizevî sanayi kalkınmasının ne önemi kalır? Japon ulusal onurunu yitirerek ne kazanabilirsiniz? Aynı soruyu Türk milleti için güncelleyelim: Ulusal onurununu yitirmiş ve Amerikanlaşmış ama her açıdan emperyalizme teslim olarak kalkınmış bir Türkiye bizim Türkiyemiz olabilir mi?

Bir süredir 60'lı 70'li yıllarda ilerici aydınlar tarafından yazılmış kitapları okuyorum. Ali Gevgilili'nin Türkiye'de Kapitalizmin Gelişimi ve Toplumsal Sınıflar adlı efsanevî kitabını okurken bu kitaba atıfta bulunulduğunu gördüm. Üniversitedeyken derinlemesine incelemeden hızlıca okuyup geçtiğim Türkiye'nin Düzeni'ni yeniden okumaya karar verdim. Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yeni baskısı da yapılmış. Hazır ulaşılabilir bir kitap iken Doğan Avcıoğlu'nun Türkiye'nin Düzeni adlı kitabının günümüzün perspektifinden bakılarak yeniden okunması gerektiğini düşünüyorum. Siz de benim gibi günümüzün postmodern Fransız teorisinin ürettiği entellektüel çöpleri okumaktan sıkıldığınızı hissediyorsanız Türkiye'nin Düzeni derdinizi dermanı olacak nitelikte bir kitap. Tok karnına şifa niyetine okuyunuz. Sevaptır.