19 Aralık 2016 Pazartesi

TÜRK EDEBİYATININ İLK PSİKOLOJİK ROMANI: MEHMET RAUF'UN EYLÜL'Ü

HAYATI

12 Ağustos 1875'te İstanbul'da doğdu. Hafız Ahmet Efendi'nin oğludur. İlk öğrenimine Deftar Mahalle Mektebi'nde başlar. Daha sonra Eyüp Rüştiyesi'ne gider. Oradan da Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi'ne geçer. Mezun olduktan sonra babasının isteğiyle Heybeliada Mekteb-i Bahriye'ye (Askeri Deniz Lisesi) başlar. 1893 yılında Bahriye Mektebi'ni bitirir. Staj için Girit'e ve Almanya'ya gönderilir. Bu sıralar babası vefat eder. Askeri okulda aldığı çağdaş batılı eğitimin de desteğiyle Fransızca ve İngilizce öğrenir. Edebi okumalar yapmaya başlar. Tiyatroya da ilgi duyar.

Stajını bitirip İstanbul'a döndüğünde bir elçilik gemisinin irtibat subaylığına atanır. İtalyan Elçiliği gemisinin personelinden birisinin karısına âşık olur. Bu aşk uzun süre onu oyalar ve harap eder. Edebiyat camiasına yakınlaşmaya başlar. Tevfik Fikret ve Halid Ziya ile dost olur. Hüseyin Cahit Yalçın ile tanışır. 1896'da Servet-i Fünûn dergisinde toplanırlar, böylece Mehmet Rauf Servet-i Fünûn topluluğuna katılır.

Tevfik Fikret'in halasının kızı olan Ayşe Sermet Hanım ile evlenir. Bu evliliğinden iki çocuğu olur. Meşrutiyet'in ilanından sonra askerlik mesleğinden ayrılmak zorunda kalır. Zambak adlı yarı pornografik romanının kovuşturmaya uğraması ve bu romanı yüzünden mahkûm olması askerlikten ayrılmasına sebep olur. 1910'da Ayşe Sermet Hanım'dan ayrılır. Zambak romanını okuyup etkilenen zengin bir hanım olan Besime Hanım'ın evlilik teklifine hayır diyemez. Onunla evlenir. Bir süre maddi sıkıntı çekmeden Besime Hanım ile yaşar; fakat bu evlilik uzun sürmez ve ayrılırlar. Bu evlilikten de bir çocuğu olur. Daha sonra yine yapıtlarını okuyarak kendisinden etkilenen Muazzez Hanım ile evlenir.

Askerlikten ayrıldıktan sonra yazarak geçinmeye çalışan Mehmet Rauf maddi sıkıntılar çeker. Mahâsin ve Süs adında iki kadın dergisi çıkarır. Bu dergilerde moda ve kadın kıyafetleri ile ilgili yazılar kaleme alır. Tabloid kadın dergileri çıkararak bir süre daha geçimini sağlamaya çalışır; fakat bu pek mümkün olmaz. Yaşamının son yıllarında maddi sıkıntılar ile boğuşur. İsmet İnönü'nün yardımı ile kendisine bir aylık bağlanır. 1927'de hastalanır ve dört yıl yatalak bir hasta durumunda hayatını sürdürür. 23 Aralık 1931'de vefat eder. Maçka Mezarlığına gömülür.

ESERLERİ

ROMAN: Garâm-ı Şebâb (1896), Eylül (1900), Serap (1909), Genç Kız Kalbi (1912), Bir Aşkın Tarihi (1912), Menekşe  (1913), Ferdâ-yı Garâm (1913), Yara (1915), Karanfil ve Yasemin (1921), Böğürtlen (1926), Son Yıldız (1927), Define (1927), Kan Damlası (1928), Halâs (1929)

HİKÂYE: İhtizar (1909), Âşıkâne (1909), Son Emel (1913), Hanımlar Arasında (1914), Kadın İsterse (1919), Üç Hikâye (1919), İlk Temas, İlk Zevk (1919), Pervaneler Gibi (1920), Safo ve Karmen (1920), Aşk Kadını (1924), Gözlerin Aşkı (1924), Eski Aşk Geceleri (1927),

TİYATRO: Pençe (1909), Cidal (1911), İki Kuvvet (1912), Yağmurdan Doluya (1919), Ferdi ve Şürekâsı (1909- Halid Ziya romanından uyarlama)

MENSUR ŞİİR: Siyah İnciler (1909), Sonbahar (Basılmamış)

SANATI

Mehmet Rauf yazmaya çocuk yaşlarda başlamıştır. Çocukluk ve gençlik yıllarında roman ve tiyatroya ilgi duymuş hatta bir polisiye roman yazmaya da kalkmıştır. Tanzimat Edebiyatı şair ve yazarlarının eserlerini okuyarak kendini geliştirmiş,  bunun yanı sıra askeri okuldayken öğrendiği Fransızca'nın da yardımıyla Fransız edebiyatından yazarların eserlerini de okumuştur. Çocukluk ve ilk gençliğinde hastalık ölçüsünde bir okuma tutkunu olan yazar, küçük edebi denemeler de yaparak yazı hayatına giriş yapmıştır. Halid Ziya'nın onu keşfetmesi ile edebiyat camiasına dahil olmuştur. Halid Ziya'nın desteği ile ilk eserleri dergilerde yayınlanmıştır.

Mehmet Rauf'un yazarlığı üzerinde Halid Ziya'nın etkisi büyüktür. Rauf, ilk yıllarında Halid Ziya etkisinde kalmasına rağmen sonraki yıllarda kendi sesini bulmuş, edebiyatımızda değişik bir üslupla kendi tarzını yaratarak yerini almıştır. Mehmet Rauf'un düz yazıda Halid Ziya'dan şiirde ise Cenap Şahabettin'den etkilendiği söylenir. Okuduğu Fransız yazarlarından da etkilenen Mehmet Rauf'da daha çok Alphonse Daudet, Gustave Flaubert, Emile Zola'nın etkisi görülür.

Yazarın ilk dönem eserlerinde belirgin bir Halid Ziya etkisi görülmesine rağmen en verimli dönemi olarak kabul edilen 1896-1901 arası dönemde kendi sesini bulmuştur. Bu dönem aynı zamanda yazarın ev verimli devresi olarak kabul edilir. Yazar bu dönemde Eylül'ü yazarak büyük bir ün kazanmıştır. Eylül romanındaki derin psikolojik tahliller döneminde çok büyük bir ilgi uyandırır. Mehmet Rauf, Eylül romanıyla "ilk psikolojik roman"ımızı yazmış olması nedeniyle edebiyat tarihimize geçer. Roman konusu bakımından da büyük bir ilgi uyandırır. Platonik sınırları aşamayan yasak bir aşkı işlemesi Eylül romanına olan ilgiyi arttırır. 1901 sonrası dönem ise yazar için pek verimli geçmez. Bu dönemde Mehmet Rauf başarılı eserler ortaya koyamaz. Romanda Eylül'ü, mensur şiirde ise Siyah İnciler'i aşamaz. Edebi sermayesini tüketir.

Mehmet Rauf roman ve hikâyelerinde sosyopatik bir takıntı ölçüsünde kadın erkek ilişkilerine odaklanır. Roman ve hikâyelerinde aşk ve kadın konularını işler. Kadın ruhunun derinliklerine nüfuz eden psikolojik tahliller içeren romanlar yazması, dil ve anlatımındaki başarısızlığına rağmen Mehmet Rauf'un romanlarına olan ilgiyi azaltmaz. Mehmet Rauf, metalaştırılan cinsel içerikle sürümden kazanmaya odaklı hastalıklı bestseller kafasının ürünü olan romanların ilk örneklerinden birini de vermiştir. Zambak adlı yarı pornografik bir roman yazmıştır. Yüksek bir satış oranı yakalayan bu roman yazarına yüklü bir para da kazandırır. Fakat bu roman yüzünden kovuşturmaya uğrar, hüküm giyer. Askerlik mesleğinden ayrılmasına bu romanın vesile olduğu söylenir. (Yüz yıllık bir gelişim sürecinden sonra bile romanımızın günümüzde "pornografi=satış" denkleminin sığ çizgisini aşamamış olması ülkemizdeki entellektüel gelişim adına bir utanç kaynağıdır.)

Mehmet Rauf'un ikinci takıntısı ise müziktir. Yapıtların mutlaka klasik batı müziğinden söz eder. Eylül'de de böyledir. Yazarın üçüncü ve en önemli takıntısı da psikolojidir. Ruh tahlilleri Mehmet Rauf romanının temel yapı malzemesidir. Rauf, roman ve hikâyelerinde kişi kadrosunu dar tutar. Mehmet Rauf'un roman ve hikâyelerinde az sayıda kişi arasında geçen olaylar görülür, hikâye ve romanlarında olay kısmı oldukça zayıf bırakılmış psikolojik tahliller ise ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Böylece yazar romanlarında bol bol psikolojik inceleme yapma imkânı bulur. Sayfalar süren psikolojik betimlemeler Mehmet Rauf romanının adeta alamet-i farikasıdır.

Mehmet Rauf tiyatro ile de ilgilenmiştir. Halid Ziya'nın Ferdi ve Şürekâsı adlı romanını tiyatroya uyarlamıştır. Bu uyarlama çalışması dışında telif ürünler de vermiştir; fakat bu ürünlerinde başarılı olamamıştır. Tiyatro eserleri sahneye konulacak bir yapıda değildir. Daha çok roman gibi okumak için yazılmıştır. Mehmet Rauf'un tiyatro eserleri sahne tekniği bakımından oldukça zayıf ve başarısız eserlerdir.

Mehmet Rauf'un Eylül adlı romanı Gustave Flaubert'in  Madame Bovary'sinin Osmanlı Türkiye'sine özgü orijinal bir kopyasıdır. Bu yargımız yanlış anlaşılmasın, Eylül romanı tamamen orijinal bir romandır; fakat yazarın Flaubert ve Madame Bovary etkisinde kalarak bu romanı kaleme aldığı da bariz bir gerçektir. Eylül romanı Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilmiştir. Roman bir dergide tefrika edildiği için romanın sonu Madame Bovary gibi cinsel birleşme ve yıkım ile değil bize özgü aşk acısı ve melodramatik bir ölüm ile bitirilmiştir. Romanın böyle bitmesinin sebebi olarak romanın tefrikası sırasında Servet-i Fünûn dergisine sağanak gibi yağan mektupları gösterebiliriz. Eylül romanı dergide tefrika edildiği dönemde neredeyse bir memleket meselesi haline gelmiş Suad ve Necip'in aşklarının nasıl sonuçlanacağı İstanbul'da kitlesel olarak tartışılmıştır. Romanın sonunun bir anda gelişen bir yangın sahnesi ile getirilmiş olmasını yazarın bu toplumsal baskıdan dolayı otosansüre başvurmasına bağlayabiliriz. Aşk-ı Memnû yüzünden Halid Ziya'ya yönelen baskı ve tehditleri göz önünde bulunduracak olursak Mehmet Rauf'un böyle bir melodramatik sonla romanını şıpınişi bitirivermesinin nedenini daha iyi anlayabiliriz.

TANZİMAT ROMANINDAN SERVET-İ FÜNÛN ROMANINA...

Servet-i Fünûn döneminde roman teknik bakımdan önemli bir gelişme gösterir. Hikâye ve roman, anlatım teknikleri bakımından Tanzimat romancılarına göre batılı edebi hikâye ve roman teorisine daha vakıf olan Servet-i Fünûn romancıları tarafından geliştirilmiştir. Servet-i Fünûn romanının tekniği sağlamdır; roman kurgusu neredeyse mükemmele yakın, diyaloglar daha yetkindir. Romana konu olan olaylar silsilesi sarkmalara mahal vermeyecek düzeyde sadeleşmiş bunun yanı sıra da Tanzimat romanının tam tersine yazar metnin içinde kendini gizlemeyi başarabilmiştir. Tanzimat romanında yazar romanı aniden kesip ilgili konu hakkında ansiklopedik bilgiler aktaran gereksiz ve abartılı didaktik tiradlar atarken Servet-i Fünûn romanında buna rastlanmaz. "Batılı anlamda ilk Türk romanı" (Halid Ziya Uşaklıgıl, Aşk-ı Memnû) bu dönemde yazılmıştır. Kısa hikâyenin de ilk örnekleri bu dönemde verilmiştir.

Servet-i Fünûn romanı psikolojik derinliği olan romanların yazıldığı bir dönemdir. İnsan ruhunun derinliklerine doğru inen yazarlar romanlarında kahramanların psikolojisini derinlemesine inceleme imkânına erişmiştir. Romanlarda kahramanların ruh durumlarının tahlilleri derinlemesine yapılır, bu ruhsal durumların yarattığı sosyal yaşamın betimlemesi ise ayrıntılı olarak ortaya serilir. Servet-i Fünûn romanı Tanzimat romanına göre karakter yaratma konusunda daha başarılıdır. Tanzimat romanında tipolojik özellikler gösteren roman ve hikâye kahramanları Servet-i Fünûn romanlarında ete kemiğe bürünür, sofistike kişiliklere sahip karakterler bu dönem romanında sık gözlenir. Bazı hikâye ve romanlarda orta sınıf ve yoksul insanların yaşamı işlenmesine rağmen Servet-i Fünûn hikâye ve romanında ağırlıklı olarak İstanbul ve çevresinde yaşayan, dönemin ekonomik ve toplumsal koşullarını göz önünde bulundurarak söylemek gerekirse, Osmanlı aristokrasisi ve yeni gelişen ticaret burjuvazisine mensup kişilerin yaşamı anlatılır. Psikolojik romanın ilk örneği de bu dönemde ortaya çıkar. (Mehmet Rauf, Eylül)

Tanzimat dönen romanlarında geleneksel Türk yaşantısının kalıpları içinde tanımlanan kadın Servet-i Fünûn romanında bu edilgen konumundan sıyrılarak aile ve toplum yaşantısında etkin olarak yer alan bir toplumsal özne haline gelmeye başlar. Öncülünü yüzeysel olarak İntibah'ta gördüğümüz Tanzimat'ın "femme fatale"i Mehpeyker, Servet-i Fünûn döneminde gelişip derinleşerek Aşk-ı Memnû'nun Bihter'ine dönüşür. Batılılaşmanın toplumsal hayatta yarattığı dönüşümler romana da yansır. Servet-i Fünûn romanında kadın toplumsal gerçekliğin romana bir yansıması olarak daha etkin bir konuma yükselir.

Servet-i Fünûn romanında toplumsal ve siyasi olaylara yer verilmemiştir. Ayrıca Tanzimat romanında gözlenen, yazarların politik mevzilenmelerini yansıtan romantik devrimci tutumlar ve milliyetçi politik refleksler Servet-i Fünûn romanında gözlenmemektedir. Romanda politik bir tutum sahibi olmamanın da bir politik tutum olduğunu düşünecek olursak Servet-i Fünûn romancılarının bu davranışlarının sebeplerini dönemin toplumsal ve siyasi koşullarında aramalıyız. Edebi alan üzerindeki politik baskılar Tanzimat'ın ikinci dönem sanatçılarından başlayarak ortaya çıkar. Bu bağlamda tarihsel süreci inceleyecek olursak şu acı gerçek ile karşı karşıya kalırız: Tanzimat'ı yaratan Jön Türkler kuşağının tamamı adlî ve siyasi soruşturmalar ile tasfiye edilmiş, öldürülmüş (Mithat Paşa), sürgün edilmiş (Namık Kemal) veya yıldırılmıştır. Burada Sergüzeşt'i yazdıktan sonra Sâmipaşazâde Sezâi'nin başına gelenleri hatırlamakta fayda vardır. Sezâi, Sergüzeşt'i yazdıktan sonra hafiyeler tarafından izlemeye alınmış, bu baskıya dayanmayan Sezâi yurt dışına kaçmak zorunda bırakılmıştır.

Servet-i Fünûn romancıları bu ve buna benzer politik baskı örnekleri yüzünden "eşyanın tabiatına" uyarak insanın en temel güdüsü olan hayatta kalma güdüsü gereği daha pasif bir politik tutum geliştirmek zorunda kalmışlardır. Buna rağmen Servet-i Fünûn romancılarını dönemin baskıcı politik ortamına karşı devrimci bir politik tutum geliştiremedikleri için eleştirel bir biçimde yargılamak, onların bu pasif tutumuna karşı ağır ithamlarda bulunmak bilimsel bir yaklaşım olmayacaktır. Göreceli olarak daha özgür bir ortamda yazabilen bugünün yazarlarının "burun" sözcüğünü dahi kullanmaktan korkarak yazı yazmak zorunda bırakılan bir dönemin yazarlarını pasif politik tutumlarından dolayı yargılama lüksü olamaz.

Dönemin politik baskıları yüzünden edebiyata daha fazla eğilme imkânı bulan, entellektüel birikim ve düşünsel enerjilerini politikadan çok edebiyata yönlendiren Servet-i Fünûn sanatçıları edebi anlamda Tanzimat Dönemi yazarlarından daha yetkin ürünler ortaya koyabilmelerine rağmen eserlerindeki toplumsal eleştiri damarı uysallaştırılmıştır. Servet-i Fünûn romanında Tanzimat romanına göre daha bireysel temalar işlenmiştir. Bunda sanatsal endişelere dayanan yazarların bireysel tercihlerinden çok dönemin politik iktidarının edebiyat, sanat, basın üzerindeki ağır baskıcı uygulamaları etkili olmuştur. Bir başka açıdan bakacak olursak Halid Ziya gibi bir romancının yetişmesini sağlayan işte bu baskıcı politik ortamdır. "Batılı anlamda ilk roman"ımızı yazan Halid Ziya'yı yaratan bu toplumsal gerçekliktir. Bir anlamda dönemin yazarları politik olanla aşırı derecede meşgul olarak yaratıcı enerjilerini o alanda harcamak yerine bu yaratıcı enerjiyi edebi alanda harcamışlardır, bunun sonucu olarak da politik alanın içinde aktif bir devrimci siyasi mücadele veren Tanzimat yazarlarına göre daha yetkin edebi yapıtlar üretebilmişlerdir.

Servet-i Fünûn romanının dili ve anlatımı Tanzimat romanına göre daha ağırdır. Servet-i Fünûn romancıları çetrefilli Arapça - Farsça tamlama ve terkipler kullanmışlardır. Hatta hatta yaşanılan dönemde günlük hayatta kullanılmayan sadece lügatlerde yaşayan kelimeleri bile kullanmışlardır. Bu bağlamda düşünecek olursak Servet-i Fünûn romanının dili günlük hayatta kullanılan dilden kopuktur. Ağır ve süslüdür. Servet-i Fünûn edebiyatının "salon edebiyatı" olarak adlandırılmasının bir sebebi de budur. Roman tekniğindeki yetkinliği dil ve anlatım ile de desteklemek için dile ayrı bir önem vermişlerdir. Özellikle Halid Ziya dil kullanımına ayrı bir özen göstermiş, döneminde üslupçu bir yazar olarak öne çıkmıştır. Fakat aynı yargıyı Mehmet Rauf için söylemek güçtür. Mehmet Rauf dile gereken özeni göstermez, belirgin bir üsluba da sahip değildir.

Buna rağmen Servet-i Fünûn romanı Tanzimat romanının  tarihsel olarak ardılıdır. Tanzimat kuşağının ikinci dönemini teşkil eden romancılar -Recâizâde Mahmut Ekrem, Sâmipaşazâde Sezâi- Servet-i Fünûn romancılarını hazırlayan ortamı yaratmışlardır. Tevfik Fikret'i Servet-i Fünûn dergisinin başına getirip edebiyata ilgi duyan gençleri bu dergi etrafında toplayarak bir anlamda Servet-i Fünûn Edebiyatı'nın vaftiz babalığını yapan kişi Recâizâde Mahmut Ekrem'dir. Servet-i Fünûn romanı onların açtığı gedikten edebi olana ait alanın içine sızmış, Servet-i Fünûn dönemi romancıları Tanzimat Dönemi romancılarının hatalarından ders alarak roman teorisi alanında yükselmiş ve dönemin nesnel koşullarının izin verdiği ölçüde roman sanatında görece bir yetkinliğe ulaşmıştır.

Mehmet Rauf, Eylül romanında dönemin adeta romantik ve psikolojik bir röntgenini çekiyor. Osmanlı'nın son döneminde yavaş yavaş filizlenen bir burjuvazinin hayatından orijinal bir kesiti, insan ruhunun en gizli kapılarını açarak, insan ruhunun duygusal ve psikolojik derinliklerine hoyratça dalarak anlatıyor. Bu romanda aşk var, tutku var, kavuşma imkânı hiç olmayan bir aşkın insan ruhu ve bedenine çektirdiği inanılmaz acılar var!!! Her şeyden önce, bu yüzyılın ruhsuz ve insansız aşk romanlarında asla göremeyeceğiniz, insan bedeninin dar şehevî sınırlarına hapsolmamış gerçek bir aşk var. Bu romanda aşık olan, kavuşamayan, acı çeken, küçük hesaplarla hayatını boşa harcayan kanlı canlı insanlar var. Bu romanda "insan" var.