17 Nisan 2017 Pazartesi

DERSAADETTE SABAH CESETLERİ - MUSTAFA FIRAT "TARİHİ BİR POPÜLER KÜLTÜR NESNESİ OLARAK YENİDEN YARATMAK"

Lukacs, romanı "alçalmış, yüceliğini yitirmiş bir dünyada gerçek değerlerin aranışı" olarak tanımlıyor. Katılıyorum. Lukacs'ı "bir Macar köylüsü" olarak tanımlayan "derin entelektüel (!) romancılarımız" için bu söylem pek bir anlam ifade etmiyor; fakat Lucacs'ı roman sanatının kuramsal sınırları içinde nitelikli bilimsel araştırmalar yapmış bir edebiyat eleştirmeni olarak tanımlayan bizler için bu söylem oldukça anlamlı bir söylemdir. Roman bu alçalmış, yüceliğini yitirmiş dünyada bize gerçek değerleri arayanların hikâyelerini anlatmalı. Tüm değerlerin aşındığı bir yüzyılda roman, insansal değerleri bize yeniden öğretebilmeli diye düşünüyorum. Yüzyılımızın makbul romanları bu ideolojik gerekçeyle yazılmıyor maalesef. Bu ideolojik gerekçeyi biraz olsun ciddiye alarak yazılan romanlar da makbul roman statüsünde listelenmiyor. Bu bilinçli bir seçilim. Neoliberal düzende çürüyen insansal değerler, piyasayı besleyen ve güçlendiren olgulardandır ve piyasanın bütün ekonomik silahları kullanılarak bu olguların eleştirilmesine asla imkân verilmemelidir. Romanda bile olsa piyasanın aleyhindeki hiçbir harekete asla müsamaha gösterilmemeli, egemenlerin onaylamadığı bir fikri tezli olarak işleyen romanlar piyasanın bütün entelektüel aklı harekete geçirilerek önemsizleştirilmedir. 

Tarihi konu alan popüler romanlara her zaman şüphe ile bakmışımdır. Aklı başında, bilinçli okurların tamamı da tarihi konu alan popüler romanlara mesafeli yaklaşır. Bunun temel gerekçesi ise "O tarihi romanda kimin tarihsel gerçekliği, nasıl bir bakış açısıyla anlatılmaktadır?" sorusuna makul bir yanıt verilememesidir. Açık konuşalım, tarihi romanlar özellikle son yıllarda toplumsal bilinçte ideolojik bir kuşatmayı tamamlamak için yazınsal ideolojik propaganda araçları olarak kullanılıyor. Son yıllarda birilerinin politik çıkarlarına hizmet etmek amacıyla, tarihi popüler bir kültür nesnesi olarak kullanarak egemen sınıfların politikalarını meşrulaştırmayı amaçlayan ve birileri tarafından görevlendirilmiş kalemşor nitelikli romancılar türedi. O kadar çoklar ki birkaç namuslu eleştirmenin kişisel çabalarıyla bunların tarihi roman kavramı üzerinde yarattığı muazzam tahribatı onarabilmesi neredeyse imkânsız hale gelmiştir.  

Tarihi popüler bir kültür nesnesi olarak yeniden üreten romanların büyük çoğunluğu egemen sınıfların çıkarlarına hizmet eden, egemen sınıfların çarpık ideolojik aklının tarihsel ön kabullerini topluma dayatmak için yazılmış ucuz propaganda araçlarıdır ve inanılmaz derecede sığdırlar. Bu romanların bir kısmı ise ezilen sınıfların perspektifinden tarihe bakarak, tarihi popüler bir kültür nesnesi olarak yeniden üretirler. Bunlar da ilkindeki romanlar gibi oldukça sığdır; fakat bunlardaki sığlık okuru daha da seviyesizleştirerek cahilleştirmek amacıyla değil, cahil kitleleri daha da aydınlatabilmek için kitlenin düzeyine inmek amacıyla yönelinen geçici bir pratik önlemdir. Mustafa Fırat, Dersaadette Sabah Cesetleri adlı romanında halkı bir kurtuluş mücadelesi veren Türk milletinin çerçevesinden döneme bakarak tarihi popüler bir kültür nesnesi olarak yaratmaya çalışırken egemenlerin safında değil ezilenlerin safında yer almayı tercih ediyor.  

Tarihi popüler bir kültür nesnesi olarak romana taşımak oldukça güç bir iş. Bunu kabul ediyorum. Hatta hatta tarihi popüler bir kültür nesnesi olarak romana taşırken yukarıda eleştirdiğimiz sığlık çukuruna düşmeden bunu yapabilmek neredeyse imkânsız bir şey. Genel olarak tarihi romanlara baktığımızda bu sığlık çukuruna düşmeyenlerin tezli tarihi romanlar olduğunu görüyoruz. Kemal Tahir'in romanlarını bunlara örnek olarak gösterebiliriz. Yahut Turgut Özakman'nın yarım asırlık ağır işçiliğinin ürünü olan romanları da bu kategoride sayabiliriz. Sığlık çukuruna düşenlerin örneklerini göstermeye gerek bile duymuyorum, merak edenler herhangi bir kitabevine gidip çok satanlar raflarına bir göz atabilirler. Mustafa Fırat'ın Dersaadette Sabah Cesetleri adlı romanını tezli tarihi romanlara yakın bir statüde listeleyebiliriz; çünkü yazar bu romanında sığlık çukuruna düşmeden, yalın bir anlatımla, hikâyede sarkmalara mahal vermeden derdini anlatmayı başarabilmiştir.

Gerçekle bağlantısını yitiren roman an itibariyle Türkiye'de çökmüştür. Edebiyatta postmodern sabuklamaların devri artık kapanmıştır. Bundan sonraki süreçte nesnel gerçeklikle hiçbir bağı bulunmayan bu postmodern romanlar ancak bir baharat olarak edebiyat ortamımızı renklendirebilir. 80'li yıllarda etkin olarak edebiyat piyasasına girmeye başlayan ve 2000'li yıllarda romanımız üzerinde mutlak hâkimiyetini kuran, bu hâkimiyetini sığ kitap ekleri ve popüler edebiyat dergileri ile sağlamlaştıran postmodernizmin zirveden düşüşü başlamıştır. Okur, nesnel gerçeklikle bağlantısı olmayan bu zırvalara artık tamah etmiyor. Rağbet de göstermiyor. İlk baskısı matbaadan yüz bin olarak çıkan fakat ikinci baskı yüzü göremeyen postmodern romanlar çağına geçiş yaptık. Gerçekle olan bağlantısını tamamen yitirmiş romanlar Gezi sonrası toplumsal ortamımızın estetik bilincine yeterli gelmiyor. Toplumsal bir tezi olmayan, çarpık politik gerçekliğe edebi olarak müdahale edemeyen romanlar artık tarihe karıştı. Tarihi tahrif etmek için yazılan postmodern soslu popüler tarih romanları da artık işlevini yitirmiştir. Toplum, o romanlarda verilen sulandırılmış tarihi artık hazmedemiyor. 

Mustafa Fırat, Dersaadette Sabah Cesetleri adlı romanını bunun bilincinde olarak yazmış. Romanın ayakları gerçeğe basıyor. Yazar dönemin toplumsal gerçekliğini edebi alanda yeniden yaratarak başarılı bir dönem romanı yazıyor. Gerçek hayatta yaşamış, politik mücadeleleriyle döneme damgasını vurmuş kişiler ile hayali roman kahramanlarını başarılı bir biçimde aynı hikâyede buluşturacak biçimde sağlam bir hikâye ile anlatısının yapısını kurmuş. Doğru arsaya sağlam bir temel atmış. Postmodern popüler tarih romanlarının ön kabullerine itibar etmeden, 19. yüzyılın klasik roman kurgusunu da kullanarak başarılı bir iş çıkarmış. Hikâyeyi gereksiz ayrıntılara boğarak sarkıtmadan meramını anlatmış. Mustafa Fırat'ın romanı boğazımızda kekremsi bir tat bırakan kupaj şaraplara benzemiyor, öküzgözü ile boğazkere üzümlerini birbirine karıştırıp ikisinin de tadını taşımayan bir ucube yaratmak yerine her iki üzümü de tek tek sunarak ikisinin de aromasını en güzel biçimde ortaya koymasını tercih ediyor. Sade, yalın; fakat bir o kadar da kişilik sahibi ve çarpıcı bir roman bu! Emsallerine benzemiyor, benzemek de istemiyor. Benzemeye ihtiyaç da duymuyor. 

Son yıllarda yayınlanan polisiye romanların büyük çoğunluğunda "şiddet pornosu" yoğun bir biçimde kullanıldı. Akla hayale gelmedik öldürme biçimleri icat edildi. Şiddetin en ağır hâli natüralistlerin de ötesine geçecek bir açıklık ve acımasızlıkla romanda sergilendi. Şiddet, romanda başrolü kaptı, bir anlamda hikâye ve kurgudan rol çalarak anlatının merkezine oturdu. Aynı olgu cinsellik için de söz konusu. Polisiye romanların satışını arttırmak için akla hayale gelmedik cinsel birleşme sahneleri kullanılarak polisiye romanlar ve cinsellik soysuzlaştırıldı. Şiddet pornosu ile insan bedeni şeyleştirildi, soysuz cinsel içerikler ile doğal bir insanî ilişki biçimi olan cinsellik metalaştırıldı. Mustafa Fırat bu tuzağa da düşmüyor. Nitelikli bir seri katili olan Dersaadette Sabah Cesetleri, şiddet pornosu ile insan bedeninin şeyleşmesine ve insan cinselliğinin metalaştırılmasına hizmet etmiyor.

Tarihi konu alan romanlar söz konusu olduğunda politik eleştiriyi göz ardı ederek o romanı incelemeye çalışmak bize somut ve nesnel veriler sunsa bile yapılan eleştiri bu açıdan eksik kalacaktır. Şimdi de Dersaadette Sabah Cesetleri adlı romanı politik açıdan değerlendirelim: Antiemperyalist savaşın dünyadaki en büyük pratik örneklerinden biri olarak gösterilen Kurtuluş Savaşı'mızın hazırlık safhasını teşkil eden mütareke dönemini tarihsel art alanına yerleştiren bir roman bu günün egemenlerinin edebiyat cangılında geçer akçe değildir. Çok satarlar listesinde asla yer almayacak, kitap eklerinin sattırgan övüştürmenleri tarafından hiçbir zaman el üstünde tutulmayacak, piyasanın edebiyat mafyalarının rantiye kitabevlerindeki kiralık raflarda kör parmağım gözüne misali sergilenmeyecek bir roman bu. Belki de bu yüzden, aynı zamanda okunası bir polisiye romandır Dersaadette Sabah Cesetleri. Şimdi ise asıl soruyu sormamızın vaktidir: Makbul sınıfların ideolojik sığlığını, dolap beygiri misali sürekli aynı temalar etrafında eşinen bir üretim çarkıyla yaratan ve semirten bu sözde edebiyat cangılında, Dersaadette Sabah Cesetleri'nin şansı nedir?

Düşük hacmi ve akıcılığıyla bu cangılın ürünlerine benzemesine rağmen içerik ve yazarın içeriği ele alışındaki organik aydının yerli bakış açısı bakımından piyasanın sığ ürünlerinden ayrılıyor bu kitap. Yazarın tutumu bu noktada bizim için çok önemlidir. Birincisi; yazar, bu kitabını tarihsel olarak milli bir travmanın rantını yemek için mi yazmıştır? El cevap: Hayır! Neden hayır? Çünkü bugünün modası Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızın haklı gerekçelere dayandığını vurgulayan bir roman yazarak tarihimizle övünmek değil, "tarihimizle yüzleşmek" adı altında Ulusal Kurtuluş Savaşı ve onu zaferle sonuçlandıran kurmay kadroyu yerden yere vurmaktır. İkincisi; yazar, bu kitabı yazarken kendi meramını mı anlatmayı amaçlamıştır; yoksa emperyalizmin kültür komiserlerini memnun edecek bir biçimde neoliberal kültür mafyasının tarihsel tezlerine yapay edebi kanıtlar üretmek için mi bu romanı yazmıştır? 2017 Türkiye'sinde, neoosmanlı safsatalarının fikir ortamını cebren esir aldığı bir politik iklimde, 1. Emperyalist Savaş'tan mağlup olarak çıkmış, yangın yerinden hiçbir farkı olmayan bir devlet karikatürü olarak Osmanlı'nın mütareke dönemindeki acziyetini açıkça ortaya koyan bir roman yazmak, bu davranışındaki cüretkârlığın farkında dahi olamayarak, üstüne üstlük bir de bu romanı bastırmak asla ama asla cezasız bırakılmayacaktır. Antiemperyalist bir "vatan savaşı" olan Kurtuluş Savaşı'mıza yönelik alerjilerini hiçbir ortamda saklamayan neoliberal vatansız solun eleştirmen sıfatlı kalemşorları bu cüreti, hiç olmazsa "sukût suikastı"na maruz bırakarak, asla cezasız komayacaktır. Bekleyip göreceğiz. 

Hâlbuki tarihsel bağlamda bir ibret laboratuvarı olarak adlandırabileceğimiz Mütareke Dönemi, polisiye romancılarımız için tükenmez bir kaynak sunmaktadır; fakat yukarıda da bahsetmiş olduğumuz politik sebepler yüzünden nitelikli edebiyat adamlarımız bu alanda kalem oynatmaktan çekinmektedirler. Balkan ve Trablusgarp Savaşları ile başlayan, Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızın sonuna kadar geçen tarihsel süreç, polisiye romancılarımız için tükenmez bir kaynaktır. Bu dönemde yaşanan gerçek olaylar, polisiye bir kurgu ile ve nitelikli yazarlarımız elinden çıkan romanlar aracılığıyla günümüz okuruna aktarılabilir. Piyasanın köşe başlarına hakim olan bir avuç vatansızın oluşturmaya çalıştığı sakat algıya inat, Türk okuru bu tarz romanlara olan açlığını her fırsatta ortaya koymaktadır. Geçmişte Turgut Özakman'nın romanlarının yakaladığı satış başarısı bunu tartışılmaz bir biçimde kanıtlamıştır. Polisiye romancılarımız, dar bir çerçeveyi teşkil eden İstanbul burjuvazisinin aşk-cinayet-tutku eksenli gerçek hayatı yansılamayan zorlama hikâyelerinden esinlenerek romanlar yazmak yerine tarihsel ve politik gerçekliği hinterlandına alan, yaşanmış olayları profesyonelce kurgulayan tarihsel-politik polisiye romanlar yazmalıdırlar. Okur, bu romanlara açlığını her fırsatta ortaya koyuyor. Günümüzde yaşanan politik olaylardan bile esinlenerek -abartmıyorum- binlerce polisiye roman konusu çıkarılabilir. Türk okuruna soruyorum bu soruyu: Burjuvazinin işçi ve köylü sınıfını aşağılamayı amaçlayan ideolojik gözlüğüyle üretilmiş, katili ya hizmetçi ya da uşak çıkan polisiye romanlar okumaktan sıkılmadınız mı? Ben çok sıkıldım.

Siz de çok sıkıldıysanız seri katili hizmetçi ya da uşak çıkmayan bir polisiye roman olarak Mustafa Fırat'ın Dersaadette Sabah Cesetleri adlı romanını okuyabilirsiniz. "Bir Ali Canib Polisiyesi" alt başlığıyla yayınlanan bu romanın çok yakın bir zamanda devamının da geleceğine inanıyorum. Bakalım, bir sonraki kitapta, Mütareke Dönemi'nin vatansever ve acar komiseri Ali Canib, seri katillerin hakkından nasıl gelecek? Bekleyip birlikte göreceğiz.

*Dersaadette Sabah Cesetleri, Mustafa Fırat, Mühür Kitaplığı, 2016