29 Ekim 2016 Cumartesi

ONUR SAKARYA'NIN KAMYON'UNA YÖNELİK DERİN KAZI (KAMYON'UN POETİK ARAÇ MUAYENE KAYDI)

A. BU "KAMYON" NEREYE GİDER?

Öncelikle kitabın kapak tasarımı ile başlamak istiyorum. Kitabın kapak tasarımı oldukça başarılı. Son yıllarda özellikle şiir kitaplarında kişilik sahibi kitap tasarımlarını çok sık görmeye başladık. Bu kişilik sahibi kitap kapak tasarımları simgesel anlamda şiire nasıl bir değer verildiğini gösteriyor. Şiir kitapları basan yayınevleri tek tip kitap kapakları hazırlamaktan artık vazgeçmeli. Her kitabın içeriğine uygun "karakterli" bir kapağa ihtiyacı vardır. Kitap sadece içindeki yazılardan müteşekkil bir metin olmaktan öte kâğıdından tutun da dizgisine kadar, kapak tasarımına kadar bir sanatsal bütündür. Şiir kitabını elinize aldığınızda kitabın kapağından tutun da kâğıt kalitesine kadar her şeyin onun şiir türünde bir kitap olduğunu hissettirecek seviyede bir görsel sanat emeği içermesi de gerekir. Ben böyle düşünüyorum.

Onur Sakarya'nın Kamyon adlı kitabının kapağı da "karakterli" kitap kapaklarından biri. Bunu sadece kitabın kapağında bir kamyon olmasına dayanarak söylemiyorum. Kapaktaki kamyon herhangi bir kamyon değil. Müslüm Gürses şarkılarının kliplerinde gördüğümüz kırmızı MAN kamyon bu. Bütün çılgın arabeskçiler bilir ki o kamyon alelade bir kamyon değildir. Plakası da 33 ÖDS 33!!! Oldukça manidar bir plaka! "33" Mersin'in plaka kodu. ""ÖDS" harfleri ise şairin babası Ömer Doğan Sakarya'nın adının baş harflerini simgeliyor. 

Onur Sakarya'nın Kamyon adlı kitabı "Babaların Kralı Ömer Doğan Sakarya'ya" ithafıyla başlıyor. Anneye ve sevgiliye ithaf edilmiş şiir kitaplarına alışık olmamıza rağmen babaya ithaf edilmiş bir şiir kitabını tuhaf karşılamamız nedendir? Kanımca bir şiir kitabı ancak sevgiliye ya da anneye adanır önyargısı yüzünden böyle düşünüyoruz. Oysa bir şiir kitabının ithafında adanmayı hak eden bir baba adı varsa buna derin bir saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Hele bir de "babaların kralı" ifadesinin bize çağrıştırdıklarını düşünürsek -döllenme işleminden sonra tüm babaların öldürülmesi gerektiğini düşünen klasik bir Oedipus kompleksli olarak ben bile- o kutsal babanın önünde saygı duruşuna geçmek istiyorum. Bir erkek babası için kolay kolay kullanmaz bu ifadeyi. Oğullarına bu ifadeyi kullandıracak kadar olsun "babalık" yapmış babaların önünde saygı duruşunda geçilmez de ne yapılır?

Kitabın ikinci sürprizi ise giriş epigrafında karşımıza çıkıyor. Alışık olduğumuz şekliyle bir başka şair, yazar ya da filozoftan afili bir alıntı ile karşılaşmak istiyoruz; oysa Onur Sakarya'nın Kamyon adlı şiir kitabı adına layık biçimde bir tır şoföründen -Kırşehirli Cemal Ağbi'den- bir alıntı ile başlıyor. Alıntıyı okuyunca bu milletten neden filozof çıkmadığını daha iyi anlayabiliyorsunuz artık; çünkü felsefe bölümünde kürsü sahibi olması gereken insanlara tır şoförlüğü yaptıran saçma sapan bir ülkeyiz biz. Ne diyor bize Tır Şoförü Kırşehirli Cemal Ağbi'miz? "Şu iki çizgi var ya şu iki çizgi! Ben o iki çizgiden dışarıya çıkamam artık. Gider, gelirim... Ama senin bir şansın var. O iki çizgiden dışarı çıkmak için şansın var. Bunu kullan!" Kamyon'daki şiirleri okuduğumuzda bu kitaptaki şiirlerin tamamının o iki çizgi içinde yaşayan insanların bilgeliğinden hareketle ömrünü o iki çizgi arasında heba etmeme şansı olanlara yönelik bir işaret fişeği niteliğinde olduğunu görüyoruz. Kamyon o şansı kullanmayarak heba edilen hayatların insanlığa öğrettiklerinden hareketle iki çizgi arasında sıkışıp kalmayan yepyeni bir hayat inşa etmeye çağırıyor insanlığı.

Şiire bu kadar büyük bir görev ve sorumluluk yüklemek doğru mu? Kanımca şiirine bu yükü şairi yüklemiyorsa bir sıkıntı yoktur. Kitabı okuyunca siz de göreceksiniz ki şair şiirlerine böyle bir ulvî sorumluluk yüklemiyor. Kamyon'daki şiirlere bu toplumsal sorumluluğu okur yükleyecek gibi geliyor bana. Şiirde toplumsal olana dokunulmasını isterken hala 70'lı yılların devrimci şiirlerine atıfta bulunanlar o şiirin 2016 Türkiye'sinde nesnel bir gerçekliğinin olmadığını ne zaman fark edecekler? Gezi'nin bu anlayışa attığı ağır tokat hâlâ onlarda bir bilinç penceresi açamamış, yazık! Onur Sakarya şiirindeki toplumsal özü bu bağlamda yorumlamak gerekirse yeniçağın sınıfı prekaryanın günlük hayatından pek çok iz taşıdığını ya da prekaryaya pratik bilişsel öneriler verdiğini görüyoruz. (Buna daha sonra ayrıntılı olarak değineceğim.) Kısaca söylemek gerekirse "Gezi'den sonra devrimci şiir böyle yazılıyor."

Sakarya şiirlerinde nesnel gerçekliği oldukça öznel bir bakış açısıyla yeniden yorumlayarak yansıtıyor. Yer yer dezenformasyona varan çarpıtmalar egemen kültürel ve politik iktidarı çırılçıplak ortaya koyuyor. Bunu yaparken de yapmacık bir politik dil kullanmak yerine sokağın kalbinde atan bir dili tercih ediyor. "Yeryüzü gerçeğini yeraltı eliyle yansıtan 'içimizdeki kıyı'nın dili o! Her şeye karşı kendini var etmenin, tutunmanın, üstüne üstlük direnmenin dili!... Kimileyin başka başka kılıklara girerek komik olduğumuz, tukaka ettiğimiz bilinen kıyımızın dili yani!.." (1) (Ahmet Günbaş, Dikkat Kamyon Çarpabilir, Çini Kitap, Mayıs-Haziran 2016, Sayı: 36) 

B. KAMYON'DA ŞİİR ADLARININ MALUM ESRARI

Kamyon'daki şiir adları da oldukça anlamlı. Kitabın adının hakkını veriyor şiir adları da. Tamamı kamyon arkası düzgülerinden oluşuyor. Şiirlerin içeriği ile pek uyumlu olmasalar da şiir adları kitabı adı ile oldukça uyumlu. Kamyon arkası düzgülerinden şiir adı yapmak oldukça orijinal bir fikir. Bildiğim kadarıyla Türk şiirinde örneği yok bunun.

Şair, Kamyon’un hikâyesini şöyle anlatıyor: "Yeni evliydim. İş bulmam gerekiyordu. Kamyon tamirhanesinde Araç Kabul Görevlisi olarak çalışmaya başladım. Çalıştığı şirketin arızalı arabalarını tamirhaneye getirmekle görevli bir abimiz vardı. Çay, sohbet derken kaynaştık. Bir gün konu kamyon arkası yazılarına geldi. Ben de sordum: Abi nedir bu kamyon arkası yazılarını yasaklama olayı? Kederlendi. Dedi ki: Yarın sana bir şey göstereceğim. Gitti. Ertesi gün yine arızalı bir TIR’la çıkageldi. Bu sefer boş değildi. Elinde bir resim çantası vardı. Çantanın içini açtı. Envai çeşit kamyon yazısı. Etiket halinde. Dedim: 'Hayırdır?' Dedi: 'Bunları saklıyorum. Bir gün kendi arabam olursa döşeyeceğim her yerine.' Bir tane de bana verip veremeyeceğini sordum. Çantaya eğildi. Fazlalardan bir tanesini bana verdi. Şöyle yazıyordu üstünde: 'Fazla Bakma Kafa Yapar!' Fazla baktım galiba kafam oldu. Eve geldim. Eşim Nergis’e, yazacağım dosyanın ana hatlarını anlattım. Kamyon yazılarına şiir yazacaktım. İlk şiirim 'Fazla Bakma Kafa Yapar' oldu. Sonra gerisi geldi. 24 şiir çıktı. Dosya bittikten uzun bir süre sonra Mu Yayınları’nın sahibi güzel adam Hakan Güzeldere’yi aradım. Dedim: 'Abi, Kamyon var basar mısın?' On salise falan düşündü sanırım. Basarım, dedi ve Kamyon, Ekim 2015’te yollarda salınmaya başladı. Hikâye kısaca bu.” (http://www.kalemkahveklavye.com/2015/10/onur-sakaryadan-kamyon-yazlarna-siir.html?m=1 )

Onur Sakarya Mühür dergisinde Ömer Turan ile yaptığı söyleşide Kamyon'daki şiir adları ile ilgili şunları söylüyor: Kamyon tamirhanesinde çalışırken aklıma gelen bir dosya fikriydi bu. Şiir başlıklarının hepsi birer kamyon arkası yazısı. Bu yazılar kendi jargonu içinde şiirsel bir enerji elbette barındırıyor. Doğrusu "aforizmasal" desek daha iyi olur. Bu yazıların diğer araç şoförlerini mizah vasıtasıyla eğlendirmek gibi bir yanı var. Çoğuna "kiç" diyebiliriz. Argo, hayta ve ağır denilebilir; mühim değil. Aslolan "Kamyon " sözcüğünün kişilere verdiği tuhaf enerjiyi kitaba yansıtmaktı. Kamyoncuların o yazılar vasıtasıyla diğer yolcularda uyandırdığı mizah duygusunu, aslında çokça kara mizah duygusunu, şiirle verebilmekti. Buna uğraştığımı söyleyebilirim. (Mühür, Mayıs-Haziran, 2016)

Adı Kamyon olan bir şiir kitabında şiir adlarının kamyon arkası düzgülerinden alınmış olması malum bir esrarı simgeliyor. Malum; çünkü bu adların alışıldık anlamıyla "şiir adı" olmadığı ortada. Esrar; çünkü alışılmadık bir durum olduğu için Türkiye'de Kamyoncular tarafından yaratılan bir alt kültür olarak "düzgü edebiyatı"nın varlığından bihaber standart şiir okurunun zihninde "Acaba şiir adları metinler arası bir okumayla mı anlaşılabilir bir hale gelecek?" sorusunu ortaya çıkaracak düzeyde esrarengiz.

C. KAMYON'A DERİN KAZI

1. Acil Hostes Aranıyor

"Velhasıl bir gol bulmamız lazım küçük hayati / Hayat daralıyor"
Kamyon "küçük insanların hayatına dair şiirler içeriyor" derken bu dizelerde anlatılmaya çalışılan gerçeği vurgulamak istemiştik. Kısacık hayatında tek bir gol atamamış ve bu yüzden de "kaybeden" olarak yaftalanmışların şiirleri bunlar. Şiirlerin hemen hemen tamamında sistemin "küçük insan" olarak tanımladığı oysa bir insan olarak çok büyük hayatlar yaşayan insanların hikâyesi anlatılıyor. Bir anlamda "de te fabula narratur" şiirleri bunlar. Günümüz şiiri halka ve halkın gerçeklerine çok uzak diyen eleştirmenlere sesleniyoruz: Bu da mı gol değil? Yahut: Sizin halk olarak tanımladığınız kitle ne menem bir şeydir ki bu şiirler sizin tanımladığınız bu halk kesimlerinin hayatını içermez?

2. Asfalt Şövalyesi 

"Gökyüzü bir telaşı kalbinde taşıyabilir mi" 
Taşımaz olur mu hiç? Yaralı ve düzensiz kanamalı bir toprağın gökyüzü sadece "bir telaşı" değil bütün bir halkın telaşını taşıyor da kimselere sezdirmiyor.

"bir mobilet arkası kadınının üşüyüp üşümediğini" dert edinecek kadar naif değil insancıl bir şiir. Neden mi? Anlatmasına anlatalım ama o mobilet arkası kadınına aşık olmayan anlayabilir mi ki bizim derdimizi? Çocukluğunu Akdeniz veya Ege kasabalarında geçirmiş olanlar bir adım öne çıksın, anlatalım. Sözgelimi bir İç Anadolu çocuğuna bunu anlatmak mümkündür elbette, biz anlatırız anlatmasına; fakat onun bizim meramımızı anlaması imkânsızdır. 

"Derin bir huy kazmış olmalı tanrı / İnsanın bakımsız bahçesine" 
Bunlar "Abi ben bu insanlık denen olguyu çözdüm." diyen embesile okutulması gereken birkaç dizedir. Hatta döve döve okutulması hekim tavsiyesidir. 

"Bir mezura verip insanın eline / Biz nedendir boşluğu ölçüyoruz" 
İçimizdeki boşluğu ölçmeyi başarabildiğimiz şaibelidir. Bence ölçmeye çalışıyoruz sadece. Biz ölçmeye çalıştıkça da büyüyor o boşluk. Aslolan şudur: Kimse kendi içindeki boşluğu ölçemez. İnsan denen canlının eline mezura değil ne verirsen ver o boşluk asla ama asla ölçülemeyecek bir boşluktur.

3. Beni İzleme, Ben De Kayboldum 

"Gülümsemen / Sanki sonsuzu taşır gibi ağzında"

"Ey turuncular saçan kahkahasına gömüldüğüm / Ben senin uçurumuna ekmek banarım"
Kitapta sevgiliye dair oldukça orijinal benzetmeler ve imgeler kurulmuş. Şair, sevgiliye iltifat etme konusunda da sıradışı olmayı başarabilen imgeler üretebilmiş. Gülümsemesi ağzında sonsuzu taşıyan kadınlar var bu dünyada. Belki de bu dünya onların yüzü suyu hürmetine birazcık da olsa yaşanılası bir yer olmayı başarabiliyor. Uçurumuna ekmek banılacak kadınlar sevmeden geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Öylesini yaşamasan daha iyi belki de.

4. Büyüyünce Tır Olacağım 

"Biz varız be"
Emperyalist kapitalist sistemin içinde ötekileştirilen, her anlamda bir varoluş savaşı veren bireyin sisteme ve sistemin çarklarının başını tutanlara yönelik umutsuz çığlıklarından biri olarak okunabilir burası. O "kalpsiz bir bir dünyanın kalbi" hiçbir zaman olmayacak. Bu çığlık da o kalpsiz dünyanın godamanları tarafından hiçbir zaman duyulmayacak. Hem duyulsa ne olacak ki? Kalbi olmayanın kulağına bir çığlık ile ünlemenin ne gereği var? Bu açıdan yorumlamak gerekirse bu çığlık "onlara" değil bize ünlenmiş bir çığlıktır.

5. Çarpma Bana Devlet Sarsılır 

Bu düzgüyü daha önce de duymuştum. Eski Ford kamyonların arkasına yazılır genellikle. Susurluk'ta devlete çarpan kamyonun modeliyle aynıdır da ondan. Bir kamyon devlete çarpabilir mi? Bir kamyonun bir devlete nasıl çarptığını yaşayarak gördüğümüz için bu konuyu tartışmaya gerek dahi duymuyorum. 

"Sen bir ilçe kaymakamının yalnızlığısın"
Burada Ece Ayhan'ın kısa süren kaymakamlık macerasına bir atıf var. Çağdaş anarşist şairlerimizin tamamında Ece Ayhan'ın yaşamı ve poetikasıyla apaçık bir izinin olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Onur Sakarya şiirinde poetik olarak olmasa da politik olarak Ece Ayhan'ın bir yansıması olduğu inkâr edilemez.

"Sevgilim / Hiçbir şey gölgenin gölgeme dokunmasından önemli değil" 
Kamyon'da sevgiliye yönelik alışılmamış pekçok imge olduğunu daha önce de söylemiştik. Bu da onlardan biri. Kadın bedeninin metalaştırıldığı bir yüzyılda şiirimizde sevgilinin bedeni ile ilgili zorlama imge arayışlarından gına gelmişti artık. Sevgilinin gölgesinin gölgesine dokunması bile bir aşk için yeter mi? Neden yetmesin? Al işte!!! Bu yüzyılın insanına anlatılamayacak bir olgu daha!!! 

 6. Dikkat! Arabada Yalnız Var!

"Çağcıl bir aşk şiiri" olarak da okunabilir. Bu çağın aşklarına uygun bir aşk şiiri "Dikkat! Arabada Yalnız Var!"

"Ben sensiz kızıl bir ibriğim / Ağzından küflü kelimeler dökülen // Üşüme sakın / Yarın zurnalarla döneceğim"
Hâlâ sevdiğini zurnalarla alan insanların olduğunu bilmek ne kadar da güzel. Bu dizeler şık bir evlilik teklifi olarak da okunabilir. Anlayana "romantik bir izdivaç teklifi"dir.

7. Dünya Dert Şampiyonu 

Değişik bir aşk şiiri daha! Onur Sakarya'nın Kamyon adlı kitabındaki aşk şiirleri bir değişik. Standart aşk şiirlerine hiç benzemiyorlar. Zaten bu şiirlerin güzel aşk şiirleri olmasının en büyük sebebi de standart aşk şiirlerine benzememeleri bence. Sakarya aşkı toplumsal olanın içinde okuyor. Ona ulvî ve mistik bir öz verip kolay olana meyletmek yerine zor olanı seçiyor ve aşkı toplumsal olanın içine yerleştirerek özgün bir söylem geliştirmeye çalışıyor. Son dönemlerde yazılan aşk şiirlerinde gözlenen genel bir hava bu: Toplumsal temalarla aşkı bir arada işlemek. Çok sık işleniyor ama buradaki gibi nitelikli örnek bir elin parmaklarını geçmiyor maalesef. Bu şiirlerin artsüremli bir okuması yapılırsa Cemal Süreya'nın Üvercinka adlı şiirine kadar uzanılabilir. 

"Her tanrı zerresini senin suretine yoruyorum"
Bu seviyeye ulaşmayan cinsel tutkulara bizim mahallede bile aşk denmiyor artık. 

"Of, of, yaktın beni tsubasan"
Şiirin son bölümünde futbol terimlerinden yararlanılarak orijinal bir imge dünyası yaratılmaya çalışılmış. Şiirin son bölümünde bir kuşağı tamamen futboldan soğutan, hatta hatta top denen olguya düşman eden, Japon anime çizgi film kahramanı "Tsubasa" ile "karabasan"ın birleşiminden oluşan "tsubasan" orijinal adlandırmasıyla karşılaşmak hoş. Hakkaten de ne basmıştı bize o Tsubasa!!! Orta sahadan topu aldıktan sonra rakip takımın ceza sahasına gitmesi bile bir hafta sürerdi!!!!!!

8. Efes Zengin Oldu

"Isınan aşk genleşir"
Isınan tüm nesneler gibi aşk da genleşir; çünkü 21. yüzyılda aşk nesneleşmiştir. Dolayısıyla nesnenin tüm halleri aşkın da halleridir artık. 

"Yalnız adamların yakınında her zaman bir sabun bulunur" 
Bu dizenin ne anlatmaya çalıştığını açıklamaya gerek yok kanımca. Hayatının belli bir dönemini yalnız ya da şöyle diyelim kadınsız yaşamak zorunda bırakılmış tüm erkekler şairin bu dizede ne demek istediğini çok iyi anlamıştır. Ergenuslar ise yazının bu kısmına geldiklerinde derhal en yakın kitabevine gidip bu kitabı alacaktır. Anladınız siz onu.

"Hadi gel evimize gidelim / Wooden köşe takımıza kurulup / Puzzle televizyon ünitemize bakıp / Cips yiyelim, bira içelim"
Kapitalizmin propaganda aracı televizyon ile dumura uğratılmış yoz bilinçlere yönelik açık bir eleştiri bu. Bu dizeler "Mobilya modasının yarattığı yeni stiller ev içi hayatımıza tecavüz ediyor sevgilim" diye de okunabilir. Nesneleşen aşkın "ev içi" halinin şiire bir yansıması bu dizeler. Bu bağlamda "Isınan aşk genleşir" dizesiyle aşkın nesneleşmesi konusunda kurduğu bağ açık ve inkâr edilemez.

"Yazıyor, yazıyor / Artık delirerek sevmek yasak"
Neoliberal düzen artık "makul aşklar" görmek istiyor. Neoliberal düzen "dünya tersine dönse vazgeçmem" tarzı aşklardan ve âşıklardan pek hazzetmiyor; o "bi güzellik yapsana, gece bende kalsana" tarzı delirmeden yaşanan standart aşklardan hoşlanıyor. Neoliberalizm aşkta kaypak olmayan omurilikli bir insana bile tahammül edemiyor. Kapitalizm "makul olmayan bir aşka", "delirerek sevmeye" asla rıza göstermiyor. Bu dizelerde şair aşkın bireysel yaşamdaki devrimci özüne yönelik önemli bir noktaya değiniyor.

9. Efsane Rampacı 

Neymiş efendim? Türk şiirinde toplumsal eleştiri damarı tıkanmışmış!!! Bu şiir ile Onur Sakarya o damara by pass ameliyatı yapıyor. Mevzu derin. Bu şiiri bir okuyun hele, ondan sonra görüşelim. 

"Ben seni kalbimden dünyaya bakan bir pencere diye bildim"
Onur Sakarya'nın aşka dair orijinal benzetmelerinden biri daha. "Laleli'den dünyaya giden bir tramvay"dan sonra aşkın evrensel bir bilinç yaratmadaki işlevine yönelik farklı bir bakış açısı içeren dizeler. 

"Bıyıklı taytlar da kültürümüzün bir parçası"
Dizesinin başında bir de "badem" kelimesi olsaydı "dadından yenmezdi" bu dizeler. Ama böyle de güzel. Bıyıklı taytların yoz ve münafık ahlakının ürettiği gerici kültürünün bedelini ödüyoruz ülkece. Ötesi var mı? 

10. Fazla Bakma Kafa Yapar 

"Hiçbir yanılgı elle tutulamaz"
Şiir büyük sözler söylemeli mi? Yoksa meramını bir mırıltı biçiminde mi ifade etmeli? Bu büyük sözler hakikatin apaçık bir yansıması ise bence birincisi daha doğru. Burada da durum böyle.  Elle tutulamayan yanılgılarımız var.

"Ey hayat! / Hesabımı getiriniz"
Bütün kaybedenlerin hayatla ilgili çözümsüz problemlerinin olması bir tesadüf mü? Tabii ki değil. Kaybedenlerin hayatla çözülememiş bir meselelerinin olması gayet normal. Şair burada bu meselenin hesabını ödemek istiyor. Bu bir anlamda kaybedenin hayatla hesaplaşması. "Üstü Kalsın" diyen şairin sesinden izler taşıdığını söylemek üstün bir zeka pırıltısı olmayacak bu noktada.

"Ben sana... / Ben en çok sana doğru büktüm kalbimi"
Aşk denilen olgu, birine kalbimizi hiç kimseye olmadığı kadar bükmekten başka nedir ki? O kalp kimseye bükülmez de bir tek ona bükülür. O kalp kimsenin önünde eğilmez de bir tek onun önünde kul köle olur. Aşkın özgün tanımlarından biri daha.

"Diktatörler patlasın" diye dize yazarsan bu yobazistanda başına her şey gelebilir. Bakarsın hiç beklemediğin bir anda, "bir gece ansızın gelebilirler." Kanımca şair anladı bunu.

"Sevdiği kıza maalesef zamanlama hatası" 
21. Yüzyılın ergenlerinin kahir ekseriyetinin muzdarip olduğu aşkı olağan dışı bir düzleme yerleştirerek gençlerin gelişimini olumsuz etkileyen psikolojik problemlerimizden biri de bu. Kim bu yaşlarda sevdiği kıza zamanlama hatası olmamıştır? Ben öyle birini tanımıyorum. Tanıyan beri gelsin!

"Beni bir vida gibi tak ömrüne / Sakla, sonra gerekebilirim"
Âşık bir gül olarak takılabilir, bir kolye olarak takılabilir, bir çerçeve olarak bile takılabilir de bir vida gibi takılan âşık da ne ola? Önceki şiirlerin birinde geçen "delirerek sevme" ile bağlantılı bu dizeler. Delirerek seven kimselerin aşkı da doğal olarak tanımlanmış ve toplum tarafından sınırları çizilmiş bir aşk olmayacaktır. Bu aşk da âşığının ömrüne bir vida gibi takılacaktır. Takılırken bir vida gibi döne döne ömrün içinde ilerleyerek âşığa acı verecektir. Vida bu!!! Takılırken de takıldıktan sonra da acıtacaktır.

11. Froyd da Sollardı 

Farklı bir ayrılık şiiri, deliler gibi sevilmesine rağmen yine de giden bir kadının ardından bir adamın düşeceği aciz durumu göstermesi bağlamında oldukça önemli bir şiir. Tüm terk eden kadınların bu şiiri okuması dileklerimle... Şiiri solluyoruz. 

12. Gelişine Vurdum Nazlı Yâre

Onur Sakarya "değişik" aşk şiirleri yazmayı çok seviyor. Bu kitapta da daha önceki kitaplarında da aşk temasını işleyen şiirleri standart aşk şiirlerine hiç benzemiyor. 

"Ben bütün bu hayatın götüne pamuk tıkarken / Sen boyuna sordun, tanrı nerede diye?"
Ömür dediğimiz şey de zaten "bütün bu hayatın götüne pamuk tıkamaktan ibaret belirsiz bir zaman dilimi" olmaktan başka nedir ki? Pamuk bizim götümüze tıkanmadan hayatınkine tıkayabildiğimiz kadar pamuk tıkamalıyız. Olay bu kadar basittir belki de! Bunca yoksulluk varken tanrının nerede olduğunu soran sevgilisine şair birkaç dize sonra yanıt verecek. Şimdilik geçiyoruz. 

"Sadece bak / Gözlerin gözlerime dokunsun / Ben bütün bu sefaleti tanrı yazdı diye bildim / Bırak / Öyle kalsın"
Bu şiirde şairin yoksulluk ile bir derdinin olduğu kesin. Şair yoksulluğu boktan bir hastalık olarak tanımlıyor. Bu sefaleti yazanın tanrı olduğunu savunuyor. Peki, nerede tanrı? "Yarattığı yoksulluğun tam ortasında" demekten başka çıkar yolumuz kaldı mı? 

13. Güzel İnsan Taşıma Taşıtı 

"Ey insan / Sahi sen neyin peşindesin"
Bu kitabın birkaç yerinde daha "ey" ünlemini içeren dizeler var. Muktedirin dili nasıl da yerleşmiş üzerimize. Tv'lerde yedi gün yirmi dört saat "ey", "ey" diye ünleyen muktedirin dili bu. Gelelim dizelerin bizi sürüklediği anlama. İnsan neyin peşinde? Bin yıl sonra bile sorulacak bu soru ve asla bu sorunun yanıtı bulunamayacak. İlk Çağ'dan günümüze kadar bütün felsefeciler insanın bu dünyada neyin peşinde olduğunu anlamaya çalışmış. Hâlâ da anlamaya çalışıyoruz. Teologlar kutsal kitaplardan hareketle bu dünyadaki insanın neyin peşinde olduğunu kutsal kitapların dogmaları doğrultusunda bu dünyadaki insanlara zorla idrak ettirmeye çalışıyorlar ama nafile! Bin yıl sonra bile çıkıp "Ey insan! / Sahi, sen neyin peşindesin?" diye soracak bir şair mutlaka bulunacaktır. Bir de atarlı mahallelerde yaşayanlar çok iyi bilir ki mahallede herkesin üzerinde hemfikir olduğu makbul işlerle iştigal etmeyen kimselere bu söz çok sık bir biçimde söylenir: “Neyin peşindesin birader!” deyüben.

14. Hatalarım Stilimdir 

Bu şiir kalabalıklar içinde yaşayıp da asfalt üzerindeki bir balgam kütlesi kadar dikkat çekmeyen birinin hikâyesini anlatıyor. Moda tabiriyle söylemek gerekirse "tükenmişlik sendromu" yaşayan birinin şiiri bu. Aslına bakacak olursak 80 milyonluk bu ülkede hatırı sayılır bir çoğunluğun şiiridir de diyebiliriz. O çoğunluk bu tükenmenin farkında olsa da olmasa da onlar bu durumu fark etsin diye yazılmış bir şiir. Toplum kendisini fark etsin diye olmayacak işler yapan birini anlatıyor. Birisi kalkıp ona ana avrat sövse bile "İşte sonunda biri beni fark etti." diyerek buna sevinecek kimselerin şiiri bu. Sevgiye su kadar muhtaç, sevgi yoksunu bir bireyin şiiri bu. Zaten şair şiirinin sonunda da bu bireyin sevilme ihtiyacı yüzünden bütün bunları yaptığını açıkça söylüyor.  

15. Kalp Atacak Aga 

"Bir penaltı gerginliği gibi çoğaldı bu aşk / Kalbini ve beni ayrı köşelere gönderdin"
Yine futbol terimlerinden yararlanarak aşkın hallerini izah etmeye çalışan dizelerle karşılaşıyoruz. Bu şiir belki de adı ve içeriği bakımından uyumlu olan tek şiir. Şiirin adı ile şiirde işlenen tema arasında bir bağ var. "Borsada değer kaybeden kaybedişler, ambalajlanan sevgili, grileşen yanları mavi bir fiyonkla bağlanan sevgili" imgeler modern çağın aşklarına yönelik ince bir eleştiri içeriyor. Kimin aşkı bu? Yeni çağın sınıfının, prekaryanın aşkıdır bu imgelerle anlatılan. 

16. Klibimde Oynar Mısın?

Modern çağda değerlerin aşınması olgusuna değinen bir şiir bu. "Hiçbir şeyin tadının kalmadığı" bir dünyanın poetik bağlamda bir analizi yapılıyor. 

"Ben seni değmekten hiç bıkmam / ben senin okyanusunda battı batacak kayık / Ben faşist teyzelerle büyümüş bir çocuk"
Bu şiirde de toplumsal-politik olan ile aşk iç içe işlenmiş. Onur Sakarya bunu hep yapıyor. Sek ve sığ aşk şiirleri yazmak yerine aşkı da diğer tüm olgular gibi toplumsal-politik alana yerleştirerek poetize ediyor. Ayrıca hangimiz o faşist teyzelerle büyümedik ki?

"Lütfen dur / Ayı kasmadan seni seviyorum / Yaşasın zebra deparı"
Yine aşka dair orijinal bir tespit var. Kamyon'un pekçok şiirinde bunu göreceksiniz. Onur Sakarya, aşkı ve sevgiyi oldukça orijinal metaforlar yaratarak şiirin bağlamına oturtuyor. Mertçe bir itirafta bulunmak gerekirse şiirin son üç dizesini herhangi bir anlam bağlamına yerleştiremedim, kısaca söylemek gerekirse "anlamadım"; ama yine de güzel geldiler bana. "Ayı kasmadan sevmek" kısmından ben şunu anladım: Âşıklar sevgiliye olan duygularını ifade etmek için tarih boyunca ay merkezli metaforlar kurmuşlardır. Şair bu tekdüzeliğe prim vermediğini, ay ile ilgili metaforlar kurmadan da sevgilisine olan muhabbetini dile getirebileceğini vurguluyor kanımca. Ama "zebra deparı" ile bunun bağlantısı nedir? Çözemedim. Alışılmamış bağdaştırma diyerek kolaya kaçıyorum burada.

17. Maaşallah 

Divan şiirinde en güzel beyite "şah beyit" denir ya bu şiir de kitabın "şah şiir"i! Şiire "Maaşallah" adının konulmasının esbab-ı mucibesi de bu kanımca. Bu şiir şairine "Maaşallah" dedirtecek bir şiir bence. Pekçok şair bu şiirin şairi olamadığı için üzülecek. O ölçüde güzel bir şiir yazmış Onur Sakarya. Ben şiir kitaplarındaki arka kapak yazılarından korkarım; ama bu kitapta korktuğum gibi olmadı. O dizeler gerçekten de kitabın en vurucu dizeleri. Şiir kâfirini bile şiire imana getirecek cinsten dizeler. Yazmış olması hasebiyle bir insan evladının şair sıfatıyla anılmasını sağlayacak oranda etkileyici dizeler bunlar. Aşk olsun Onur Sakarya! Altı çizilecek dizesi olmayan bir şiir olmuş. Maaşallah, eline sağlık, çok lezzetli olmuş!!! 

18. Maziye Bakma Mevzu Derin 

"Sinir sistemi hata veren anneler olimpiyatını ülkemiz aldı, ne güzel"
Büyük ihtimalle bir yüz yıl daha bu olimpiyatta altın madalyayı bizim annelerimiz almaya devam edecekler. Düzensiz kanayan bir toprağı bulunan ülkemizin annelerinin yüz yıl sonra da sinir sistemleri hata verecektir. Coğrafya kaderdir. Kader geçilemez.

"Mazi garip bir otoban tüneli, ışık ve karanlık, ışık tekrar karanlık"
Geçmişe yönelik olarak yapılan bu benzetme son dönemde geçmişe yönelik okuduğum pekçok şeyi daha da anlamlı kılmama yardımcı oldu.  Mazi ya da geçmiş dediğimiz şey gerçekten de hatırladıklarımız oranında aydınlık, unuttuklarımız oranında da karanlık bir şey. Hafıza konusunda sorunlu bir toplum olarak bir aydınlık bir karanlık hafızamızla ne bu günü yaşayabiliyoruz ne de geleceği inşa edebiliyoruz. Geçmişimizde unutmak istediğimiz ya da unutmamamız gereken ne çok leke var? Belki de bu marazî unutma hastalığımız yüzünden mazi bizim için bir ışık bir karanlık olan garip bir otoban tünelidir. 

"Senin gözlerin bence dünyanın en büyük dünyası / Yüzüme çarpıyorum her sabah turuncular saçan sesini / Her şey güzelleşiyor sevgilim / Ve çok şükür yalan söylemiyor artık hiçbir cep aynası"
Yine toplumsal eleştiri yanı ağır basan bir şiirin içinde aşka ve sevgiliye değinen dizelerle karşılaşıyoruz. Yaşadığımız dünya çok boktan bir yer olmasına rağmen "gözleri dünyanın en büyük dünyası" olan kadınlar sayesinde bu dünyaya katlanıyoruz bence. Sesini yüzümüze çarptığımızda turuncular saçan kadınlarımız olduğu için katlanıyoruz bu dünya denen cehenneme. Onların ve onların varlığında vücut bulan aşkın sayesinde tahammül edilebilir bir dünya algısı yerleşiyor bilincimize. Bu aşamadan sonra cep aynaları yalan söylemiyor artık. Onların söylediği küçük yalanlara ihtiyacımız kalmıyor böylece. (Beni İzleme Ben de Kayboldum adlı şiirde "turuncular saçan kahkahasına gömüldüğüm" kadın burada "turuncular saçan sese" dönüşüyor. Ses ve renk arasındaki bu istikrarlı ilişkiden hareketle Sakarya şiirlerine turuncu sesli bir kadının gölgesi sinmiş diyebiliriz.)

19. On Kaplan Gücündeyim 

"Kameralar açık / Kes kafasını bulut babanın / Kameralar açık / Halıya tutunan bisküvi kırıntılarına üzül / Kameralar dibine kadar açıkken el salla / El salla tanrının kusurlu imalatına"
Kameraların açık olmadığı hiçbir yer kalmadı. Bu dünyada kameralardan kaçarak saklanabileceğimiz hiçbir yer yok artık. Hayatımızın her dakikası kayıt altında. Dünya artık koskocaman bir BBG evi! Dünya artık George Orwell'in anti ütopyası 1984 gibi bir yer. Bu noktada 21. Yüzyıl için özgün bir tarihsel terim adı önerisinde bulunabilirim: Kamera Çağı! Bunların hepsi sermayenin güvenliği için sevgilim. "Her şey sermaye için sevgilim!" Evet, hepimiz izleniyoruz sevgilim! Öpüldünüz!!!

20. Radar Mahkûmu 

Bu şiirinde Onur Sakarya, Allah ile olan ilişkisini sorguluyor. Ölüm ile olan derdini açıklıyor ve Allah'tan bazı makul taleplerde bulunuyor. Şiirde Allah ve ölüm temasının yanı sıra aşk da unutulmuyor. Şair her zaman yaptığı gibi farklı temalar eşliğinde aşkı harmanlıyor ve toplumsal olanla aşkı bir arada işliyor. Şiirde pekçok somut gösterge kullanılarak bu temalar arasında geçişimli bir anlam ilişkisi kurulmaya çalışılıyor. Böylece aşk da diğer temalar da yerli yerine oturuyor, somutlaşarak şiir içinde nesnel bir gerçeklik kazanıyor. 

"Ellerimi al, öp, saçlarımı sev, öp / Öpücük tufanlarının arasında büyüsün toy kalbim"
Her erkek saçlarını anne sıcaklığında okşayarak onu sevecek güvenli bir kucak arar. Bu bir anlamda anne karnındaki güvenli konuma dönüş isteğinin aşka izdüşümüdür. Burada da aşkta bu saf sevgi ilişkisini arayan bir bireyin durumu anlatılmaya çalışılıyor. Her erkek gerçek aşkı, saf sevgiyi tadana kadar çocuktur ve toydur. Ona o gerçek aşkı ve saf sevgiyi tattırabilecek bir kadın bulabildiğinde olgunlaşacaktır. Erkeğin kaderi işte bu kadını bulabilmesine bağlıdır. Günümüz toplumunun bu kadar bet bir toplum olmasının en temel sebebi, işte bu gerçek aşk ve saf sevgiye ulaşamamış, bu yüzden de olgunlaşarak gerçek anlamda "erkek" olamamış ilkel tekeler koalisyonu olmasıdır. 

21. Sen de Geç 

Bu şiir çağın yeni sınıfı prekaryanın karmaşık bilincini anlatıyor. Aşk, hüzün, siyaset, sanrılar iç içe geçmiş. Oldukça karmaşık bir ruh halinin ürünü bu şiir. 

"Ben bu vatanı sevmekten başka bir de suda taş sektirdim"
"Vatan sevgisi" kavramına alerjisi olan bir kısım şuarayı kasacak bir dize bu. Ne de olsa 21. Yüzyılın şiirinde "vatan" ve ona duyulan sevginin pek bir yeri olamaz, değil mi? Bizim koskoca bireysel acılarımız her zaman vatanın acılarını bastıracak düzeydedir, değil mi? Başka bir açıdan bakacak olursak şair, vatan sevgisi ile suda taş sektirme gibi bir eylemi aynı dizenin içinde yan yana konumlandırarak vatan sevgisini kişisel çıkarları uğruna kullanan, aslında bireysel zevkleri kadar vatan sevgisine değer vermeyen bir takım kişileri sarakaya alıyor. Burada "Garip" bir şeyler var. Anlayan anladı kanımca. 

"Döndüğümde Cuma namazına gitmiş ol / Bir not bırak o berbat yazınla hacı tasının içine / Cumaya gittim hemen seveceğim!"
Onur Sakarya her alandan şiir sentezleyebilen bir şair. Dini motifleri de küfrü de şiirin potasında eritebiliyor. Bunu yaparken ne şiş yansın ne kebap kişiliksizliği ile değil kendi politik ve poetik tutumunun süzgecinden geçirerek yapıyor. Şiirin bu bölümünde geçen "cuma namazı" kişiliksiz bir biçimde muktedirlere yaranmak için dini motifleri şiirinde kullanan şuaranın yandaş yalaka tavrından oldukça uzak. Cuma namazı muktedirler öylesini seviyor diye değil, şair istediği için orada yer alıyor. Üstelik de çok orijinal ve ironik bir söyleyiş ile birlikte...

22. Sen Geç Evlat, Baba Yorgun

Bu şiiri, sinemada klişe bir yere sahip olan ve son yıllarda da pek çok sığ örneğini beyaz perdede gördüğümüz "yol hikâyeleri"nin şiir versiyonu olarak tanımlayabiliriz. Fakat kimilerine göre küçük bize göre ise büyük bir farkla!!! Bu yol hikâyesi sizin bildiğiniz yol hikâyelerine hiç benzemiyor, bu birr!!! Gişe ya da satış derdiyle yazılmadığı için de sığ değil, bu da ikiiii!

"Ağustos böceği piçin tekidir"
Katılıyorum. Çalışıp değer üretmek yerine yan gelip yattığı için. Oysa karıncanın piçin teki olduğunu düşünen binlerce insan da bulunabilir. 

"Ben senin pencere kenarına kaktüs dikerim"
Oldukça özgün bir ilan-ı aşk örneği olarak da okunabilir. Sakarya şiirlerinde aşka dair özgün tanımlar, akla hayale gelmeyecek iltifat türleri sizi bekliyor. (Liseli ergen bebeler bu kitabı mutlaka okumalı, özgün iltifatlar işlerine yarayabilir (!)) Konuya daha önce değinmiştik. Geçelim. 

"Şimdi gözlerini kapa / Ve önünde hızla seyreden o devasa kalbi solla / Ölümle çarpışırken şöyle bağır içdenizine doğru: / En azından yazgımı geçmeyi denedim!"
Kaybedenlere yönelik bir mücadele pratiği önerisi olarak okuyorum ben bu dizeleri. Kazanacak mısın, kaybedecek misin? Denemeden bilemezsin. Şair burada okurlarına ve tüm kaybedenlere öğrenilmiş çaresizliğe karşı direnmelerini, en azından direnmeyi denemelerini salık veriyor. Belki de kader "geçilebilir"dir. Bunu denemeden kim bilebilir?

23. Seni Delicesine Kamyonuma Almak İstiyorum 

Şiirde cinselliğe farklı ve orijinal bir açıdan bakılıyor. Orjinal adlandırmalar art arda geliyor. Bu şiiri okurken bilinç dumuruna uğramamak elde değil.

"Bütün tornasız abazanlar için son bir soru daha / Benlerinde gen olduğum dilber / Bana bi kerecik verir misin? / Ya da / İstiyorum seni saldırasıya..."
Bu dizeler önümüzdeki bin yılda bile yazılabilme ihtimaline sahip olamayacak "Türk şiirinde abazan imgesinin göstergebilimsel ve hermeneutik okumaları ışığında şiir ve cinsellik ilişkisinin polilektik analizine giriş" adlı yüksek lisans ya da doktora tezlerine de asla konu olamayacak! Bin yıl sonra bile çok bilimsel üniversitelerimizde "hokka-divit, mum-pervane, gül-bülbül" mazmunlarının Freud'u çileden çıkartacak düzeyde seviyesizce psikanalitik tahlilleri yapılacak; ama bu dizelerin hiçbir zaman böyle bir tahlili olmayacak! Kehanetimdir, not düşülsün tarihe!!!

24. Yapmasak da Yaptı Derler Sandalcı 

"Yılmaz bekçisiydim bir büyük rakı bayrağının"
Hangimiz değiliz? 21. Yüzyılda yılmaz bekçisi olunacak bir bayrak mı kaldı? Gırtlağımıza kadar pisliğe bulanmış bir vaziyetteyken ve üstüne üstlük biz de o pisliğin içinde yaşamımızı devam ettirmek için debelenirken, birileri inanabileceğimiz tüm davaları yozlaştırmış, birileri yılmaz bekçisi olunabilir tüm bayrakları tekeline almıştır. Bize de kala kala bir büyük rakı bayrağının yılmaz bekçileri olmak kalmıştır. 

"Hani var ya bindokuzyüsdoksanikide bir küçük kuş kalbime düştü / Ben de topu kaptığım gibi sağ kanattan fırtına biçtim"
Bu dizeler, Onur Sakarya şiirlerinde futbola ilişkin terimlerin nasıl özgün bir bağlamın içinde kullanıldığına yönelik orijinal bir örnek olarak sunulabilir.

"Ben umudu ekmek diye bildim / Gerisi traş / Ben ekmeği kan diye bildim / Gerisi varoş / Seni alınyazımda bir nokta diye bildim / Gerisi mi? / Nokta işte lan! / Nokta!"
Bu dizelerdeki "umut, ekmek, kan, sen" sözcüklerine dikkat edilmeli. Önce umut geliyor ve umut ekmeğe bağlanıyor. Ekmeksiz yaşanabilir fakat umutsuz yaşanamaz. Ekmek ise kana bağlanıyor. Bu çağda ekmeğin kolay kazanılmadığını simgeliyor kanımca. Şimdi geldik "sen"e, bu sözcük sevgiliyi simgeliyor, ona gelince her şey gereksiz görünüyor, her şey sonuna dayanmış, her şey sonuca ulaşmış oluyor. Onun için de nokta konuluyor oraya. "Sen"den ötesi yoktur, olamaz, bilinen zaman dilimlerinin hiçbirinde de böyle bir öte söz konusu olmayacaktır. Kitabın son dizeleri sözün bittiğinden çok maçın ikinci yarısının daha sert ve daha esaslı olacağına yönelik bir izlenim bırakıyor bizde.

D. KAMYON'DA FUTBOLUN AYAK İZLERİ

Şiirlerin çoğunda futbol ile ilgili kavramlar kullanılmış. Şair futbol terimlerinden hareketle insan hayatına dair derin anlamlar içeren imgeler kurmayı başarmış. Hayatı futbol üzerine kurulu insanların ülkesinde yaşadığımıza göre bu ülkenin şiirlerinde de futbol ile ilgili terimlerin kullanıldığı imgelerin  bulunmasından daha doğal ne olabilir ki? Özelliklerde son yıllarda ergenlere hitap eden saman kağıdından dergilerde tiraj kaygısıyla futbol ve futbolla ilgili terimlerin yaşamsal bazı sorunları somutlaştırmak için sığ bir biçimde kullanıldığını görüyoruz. Oysa Onur Sakarya'nın Kamyon adlı kitabındaki şiirlerde futbol ile ilgili imgeler şiirlere farklı bir anlam derinliği kazandırıyor, bu futbol terimleri şiirde sırıtmıyor. Aksine şiire başka bir boyut katıyor ki bu boyut da şiiri zenginleştiriyor.

E. KAMYON ÇAĞIN YENİ SINIFI "PREKARYA" İÇİN NE SÖYLÜYOR?

Onur Sakarya'nın şiirleri Türkiye'de yeni yeni gelişen yeniçağın sınıfı "prekarya"ya çok şey söylüyor aslında. Onur Sakarya, tapınılan bir put olarak kabul edilen "şirket" olgusunun bir birey olarak insanın yeni duygusal problemlerine çare olamayacağının hayatî örneklerini sunuyor Kamyon'da. Bu Kamyon nereye gidiyor belki belli değildir;  ama bu kamyonun prekaryanın bilincine son süratle çarpmak üzere olduğu inkâr olunamaz.

Şiirlerin tamamı yeni sınıf "prekarya"ya mensup olan, fakat bu mensubiyetinden hiç de memnun olmayan, ilk fırsatta çalışmak zorunda olduğu şirketten istifa edip güneyde bir köye yerleşip orada küçük bir hobi bahçesinde domates-salatalık yetiştirmeyi planlayanların şiirleridir. Mevcut kapitalist çarkların arasına sıkışmış prekarya mensuplarının içinde bulundukları duruma yönelik algılarını arttıracak, mevcut durumlarının sürdürülebilir bir tahammül sınırlarının oldukça üzerinde olduğunu kavramalarını sağlayacak şiirler bunlar. Her ne kadar şirket çalışanı bir şair tarafından yazılmış olmasa da Kamyon'un sistemle adam akıllı arızaları olan bir şair tarafından yazıldığını söylersek bu yargımız ortaokul ders kitaplarında bile "nesnel yargı"ya örnek olarak verilebilir. Herhangi bir sakıncası yoktur.

"Onur Sakarya'nın Kamyon'undaki yük; hanım evladı, muhallebi çocuğu değil. Sistemin koyduğu trafik kurallarına meydan okuyan; silkeleyen, yırtık dondan çıkan türden. Beyaz yakalı, makyajlı hayata verip veriştiren duygu ürpermelerinin dillenmesi. Bu duygu ürpermelerini kendine özgü bir dille örüyor şiirlerinde." (Nihat Ziyalan, Kamyon'dan Korna Sesleri) 

F. KAMYON'DAKİ ANARŞİST ÖZ ÜZERİNE KISA BİR SÖYLEV

Şiir ve şair bağlamında düşünecek olursak "anarşi" kavramının kullanılabilirliği tartışmaya açıktır. Nesnel ve kabul edilebilir bir tanımı dahi yapılamayan bir sanat olarak şiirin otoriteye ve mevcut her çeşit iktidara karşı anarşist bir eylem olduğunu iddia etmekten daha saçma bir şey olabilir mi? Bu bağlamda düşünecek olursak şiirin kendisi zaten ontolojik olarak her türlü otoriteye muhalif, anarşist bir eylemdir. Bu eylemin anarşi içermesi hiçbir makul toplumsal ya da siyasal gerekçe öne sürülerek rasyonalize edilemez.

Bu açıdan Kamyon'daki şiirlere bakarsak bu kitabı "üreten" şairin mevcut toplumsal yapı ve siyasal iktidar ile konuşarak çözülemeyecek oranda ağır sorunlarının olduğunu görürüz. Şiirleri okuduktan sonra bu toplumsal yapı ve siyasal iktidarla sorunu olmayanlar bile bu oluşumlarda sorunlu bir şey olduğuna yönelik bir algı kazanabilirler. Burada asıl sormamız gereken soru şudur: Onur Sakarya şiiri mevcut siyasi iktidara karşı gelişen toplumsal ve siyasal muhalefetin rantını mı yemektedir? Bu soruya olumlu bir yanıt verebilmeniz için şairin kişisel yaşantısında bu duruma yönelik somut deliller sunmamız şarttır ki bu delillere ulaşabilmiş değiliz, ulaşabileceğiniz konusunda da şüphelerimiz var.

Onur Sakarya şiirindeki anarşist öz bir açıdan bakacak olursak -poetik bağlamda çok farklı yerlerde olmalarına rağmen - Ece Ayhan ya da Can Yücel şiirindeki anarşist öze benzemektedir, Onur Sakarya şiiri kendi yapısını kurarak şiir içinde kişilikli bir anarşist duruşu inşa edebilmektedir. Netekim Kamyon'un şiir yüküne bakarak bir yorum yapmamız gerekirse Onur Sakarya şiirindeki anarşist öz sığ bir politik muhalefetten beslenmez. Bu anarşist tavır sağlam ontolojik gerekçelerle beslenir. Ki Kamyon'un şiir yükünü indirdiğinizde bu anarşist duruşun sağlam toplumsal, politik gerekçelerinin olduğunu görebilirsiniz.

G. ONUR SAKARYA ŞİİRİNDE KÜFRÜN KONVANSİYONEL BİR KİTLE İMHA SİLAHI OLARAK KULLANILMASI

Özellikle son yıllarda edebi eserlerde sık sık küfür içeren cümleler ve dizelerin etkin bir biçimde kullanıldığını görüyoruz. Roman kahramanlarının ağız dolusu sövdüğünü, dizelerde ise yeraltı edebiyatına yüz milyonlarca kilometre uzak okurlarımız için oldukça ağır sayılabilecek küfürlerin kullanıldığını gözlemliyoruz. Bazılarının tabiriyle bunlar "küfür edebiyatı"! Bu ürünlere küfür edebiyatı yaftasını yapıştıranların mutlaka kendilerince makul gerekçeleri vardır; fakat bir noktaya kadar edebiyat ürünlerinde küfrün kullanılmasını olumlayanların da oldukça makul gerekçeleri vardır.

Türk şiirinde küfür yeni kullanılan bir şey de değildir. Türk şiir geleneğinde "küfür"ün oldukça sağlam bir yeri ve önemi olduğunu düşünüyorum. Nef'î'den başlayarak Şair Eşref'e, oradan Neyzen Tevfik'e uzanan hatta küfürlü yergi içeren şiirlerin şiir geleneğimizde bir yerinin olmadığını söylemek bilimsel olarak mümkün değil. Cumhuriyet döneminde ise Can Yücel gibi bir üstad yetiştirmiş "küfür edebiyatı" kanımca en ahlaklı, en maneviyatlı eleştirmenlerimiz tarafından bile görmezden gelinemez.  

Toplumsal ahlaktaki aşınmanın artık aşındıracak bir ahlak bile bulamadığı bir dönemde yaşayan insanlar olarak romanda, hikâyede, şiirde karşımıza çıkan o küfürlerin daha ağırlarını günlük hayatın içinde duyuyoruz, işitiyoruz. Edebiyat hayatın bir aynası ise bu kadar ağzı bozuk bir toplumsal ortamın edebiyatının da ağzının bozuk olmasından daha doğal ne olabilir ki diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Sonuç olarak edebiyatta küfür kullanılabilir mi? Bizce evet! Peki bunu herkes kullanabilir mi? El cevap: Kesinlikle hayır! (Sabah akşam ağızlarından ahlak ve maneviyatı düşürmeyen, iki sözün arasına büyük İslamcı şairlerden bir iki söz, makbul bir iki dize iliştirmeden cümle kuramayan neoislamcı şuaranın şiirlerinde küfür kullanmasını kesinlikle tasvip etmiyorum. Anarşist ya da ateist bir şairin şiirinde ontolojik olarak poetikaya katkı sunan küfür onların şiirlerinde rantsal bir politikaya meze oluyor.)

Ahmet Günbaş da Dikkat Kamyon Çarpabilir adlı yazısında şiirde küfrün kullanımına şöyle değiniyor: "Biz biraz steril edebiyat yapıyoruz. Sanatımız, politikamız da öyle... Ürettiğimize, paylaştığımıza toz kondurmuyoruz. Alttan alta bir aşağılama hali var üslubumuzda. Örneğin sokağı yazarken sokağın dilini dışladığımız oluyor. Arabesk deyip, 'argo' deyip geçiyoruz. İçselleştirmeye meydan vermiyoruz. Sanki sokak farklı bir şeymiş gibi sokağı yazanın ağzına acı biberi sürmeye kalkıyoruz. Sonra da şiir bir yana, okur bir yana!.. Dahası gerçeklik bir yana insan bir yana!.. Ikına sıkına yaz dur!.." (Ahmet Günbaş, Dikkat Kamyon Çarpabilir, Çini Kitap, Mayıs-Haziran 2016, Sayı: 36) sözlerine katılmamak mümkün mü? Tabii ki hayır! Ahmet Günbaş'ın da vurguladığı gibi şiirde küfür nesnel gerçekliği yansıtmak amacıyla kullanılabilir. Fakat bu "Piyasa böyle şiir istiyor aga!" anlayışının yapay bir mahsulü olmamalı. 

Kamyon'un hemen hemen her şiirinde küfrün etkin bir biçimde kullanıldığını görürüz. Bu şiirlerde küfür, adeta dizelerin arasına gizlenmiş konvansiyonel bir kitle imha silahı olarak kullanılıyor. Bu küfürler, özellikle son yıllarda gelişen yeraltı edebiyatını etkin bir biçimde takip eden genç okuru tavlamak maksadıyla poetik bağlamda işlevsel olmayan bir biçimde, sadece sığ, soyut ve toplumsal temelden yoksun bir anarşist duruşu simgeleyerek ergen zekâsını kaşımak maksadıyla kullanılmamış. Bu iyi!   Şiirlerin içinde kullanılan her bir küfür, orada olmaması halinde, o şiir için büyük bir eksiklik yaratacak mahiyette. Bu bağlamda düşünecek olursak küfrün şiire girmesi konusunda süren tartışmalara bir ek olması dileğiyle şunu söylemek mümkündür: Şiirin biçimsel boyutunu bozmamak şartıyla belli bir anlamı vermek ya da onu kuvvetlendirmek, duygunun şiddetini ve etki gücünü arttırmak için okurun atıl bilincinde ağır zayiat verdirmeye yönelik bir şiir içi araç olarak küfrün şiirde kullanılmasında bir sakınca görmüyorum. Onur Sakarya şiirinde de küfür şiire içkindir. Kullanılması Onur Sakarya şiirinin darbe gücünü artırmıştır.

Şeref Bilsel de dozunda kullanılan küfrün şiirlere özgün bir değer kattığını vurguluyor. "Birkaç yönden ilginç bir kitap. Bir defa kamyonların, dolayısıyla kamyoncuların belleğini tutan, şiirlerin önemli bir bölümünün adını kamyon arkası yazılarının oluşturduğu bir kitap. Eğer varsa böyle bir adlandırma ‘kamyon argosu’nun da dozunda kullanıldığı şiirler." ( http://kitapeki.com/2015te-hak-ettigi-ilgiyi-gormemis-siir-kitaplari/ )

Kaldı ki bu kitaptaki şiirler günlük hayattaki konuşmalarını İngiliz kraliyet soylusu kibarlığıyla sürdüren elitler için yazılmamıştır, bu kitaptaki şiirler neoliberal kapitalizmden beslenerek semirtilen yoz bir ahlakı savunan godamanlara bir şeyler anlatmak için yazılmamış. "Hayâlı (ahlâklı) şiirler okumaya alışmış olanlar Onur Sakarya şiirine (koyu yazılmış kısım bana ait )ve kankardeşlerine, ahlâkımızı bozacak diye ahkâm kesebilir. Haklılar. Çünkü Onur Sakarya'nın şiiri ahlâk bozucudur. Babaya dil çıkar, sonra odana kaç! Şairin duygularının tepesi atmışsa elbette dil çıkarır babasına. Çıkarmalıdır. Çünkü şair sırf babasına değil, her türlü otoriteye, ahlâk kurallarına dil çıkarır. Bu yüzden Sakarya'nın fırınında pişen şiirler; dişini sıkan, hayıflanan, yumruğu muştalı ruh ürpermeleridir. Elbette böylesi duygularla boğuşan bir şair tutunamayandır." (Nihat Ziyalan, Kamyon'dan Korna Sesleri) 

Kamyon, hayatın içinde debelenen, bir anlamda bu debelenişi sırasında bir hayatta kalma mücadelesi veren "küçük insanlar" için yazılmış. Kamyon, sabah arkadaşına "Günaydın!" dedikten sonra bu iyi dileğin ardına birkaç yakası bağrı açılmadık küfür ekleyerek yaşayan, kimilerine göre kaybeden, kimilerine göre kazandıklarını zannederek yaşayarak aslında kaybettiklerini hiçbir zaman idrak edemeyecek olan modern alıklara ihtihzaî gözlerle bakan kişilerin şiirleri bunlar. Bu şiirlerin içinde birkaç küfür olmasından daha doğal ne olabilirdi ki?

I. ECE AYHAN ŞİİRİNİN AÇTIĞI MECRADA İLERLEYEN YENİ ANARŞİST ŞİİR

Ece Ayhan Türk şiirinde yepyeni bir anarşist yol açmıştır.
Onun açtığı yoldan ilerleyen şairler 80 sonrası şiirimizde kendi poetikalarına uygun yepyeni özgün şiir ırmakları yarattılar. Özellikle 90'lı yıllarda Küçük İskender şiirinin kitleselleşmesi ile birlikte daha görünür bir hal alan bu şiir üslubu günümüz şiirinde ana şiir akımı haline gelmiştir. Altay Öktem, Cihan Oğuz şiirlerini de bu bağlamın içinde kabul etmek yanlış olmayacaktır. Onur Sakarya şiiri de Ece Ayhan'ın açtığı bu yatakta akışa geçmiş bir şiirdir.

Ece Ayhan şiirlerinde toplumun ötekilerinin yaşamı ve o yaşamdan damıtılmış imgeler ağırlıktadır. Ece şiirinde toplumsal ana akımın dışında kalmış birey işlenir. Aynı biçimde son dönemde yazılan anarşist ideolojik temelli şiirimizde de toplumun ücrasında kalan birey işlenir. Onur Sakarya'nın Kamyon adlı şiir kitabındaki şiirler de toplumun ücrasında kalan bireylerin şiirleridir. Bizce bu bireyler toplumun ta kendisidir fakat bir "normal" insanlar çöplüğü olan topluma bu bireylerin toplumun bir parçası olduğu anlatabilmek imkânsızdır.

Onur Sakarya şiiri dil ve anlatım bağlamında Ece Ayhan şiirine pek benzememesine rağmen şiirlerin ideolojik hinterlandına bakarak konuşmak gerekirse iki şiir arasında bir akrabalık bağı olduğunu iddia etmek aşırı bir yorum olmayacaktır. Bu akrabalık dil ve anlatım bağlamında değil şiirin ideolojik konumu bağlamında belirgindir. Zaten günümüz şiir ortamı da Ece Ayhan'ın yaptığına benzer türlü dil cambazlıklarını kaldırabilecek bir şiir ortamı değildir. Ece Ayhan'ın şiir dilinde yaptığı yapısökümü bu gün yapmanın imkânı yoktur. Dil oyunları ile imgesel bir dize kurma günümüz şiirinde olumlu olarak karşılanan bir durum da değildir.

Son dönemde yazılan anarşist şiirin dedesi Ece Ayhan'dır. Kimi şairleri de bu alanın içinde tanımlayacak olursak Can Yücel'in de bu şiirin gayr-ı meşru dedesi olduğu söyleyebiliriz. (Onur Sakarya şiiri daha çok Can Yücel'in gayr-ı meşru dedeliğini yaptığı familyadan geliyor.) 90'lı yıllarda bu şiire yeni bir mecra açması bağlamında da bu anarşist şiirin vaftiz babalığını Küçük İskender'in yaptığını söyleyebiliriz. Altay Öktem ve Cihan Oğuz da bu şiirin gayr-ı meşru amcalarıdır diyebiliriz.

Onur Sakarya şiirinin benzerlerinden farkı nedir? Şöyle bir somutlama yaparak meramımızı ifade etmeye çalışalım. Küçük İskender ve Altay Öktem şehirli, bir anlamda şehrin ana akım mekânlarında nefes alan bir anarşist şiirin yapıcı öznesiyken Onur Sakarya varoşlu, şehrin gettolarında yaşam savaşı veren kimliksiz bireylerin şiirinin yapıcı öznesidir. Onur Sakarya, Tunalı Hilmi, Kıbrıs Şehitleri ya da İstiklâl'in anarşist şiirini değil Çinçin'in, Tepecik'in, Tarlabaşı'nın (Kendisine sorsak Gençosman'ın şiiridir bu diyecektir.) anarşist şiirini yazmaktadır. Şehrin gerçek anlamda öteki çocuklarının şiiridir bu diyebiliriz.

Onur Sakarya'nın kimselere benzemeyen bir özünün olduğu açık ve net. Onun poetik öncülleri olduğu gibi ardılları da olacaktır. Sakarya şiirini farklı kılan ise öncüllerine pek de benzemeyen özgün üslubudur. Bunu Şeref Bilsel de "Onur Sakarya’da baştan beri sağlam ve kimselere benzemeyen bir şair kumaşı vardı; bu son kitabında bu daha bir ortaya çıktı." sözleriyle vurguluyor. ( http://kitapeki.com/2015te-hak-ettigi-ilgiyi-gormemis-siir-kitaplari/ )

Özellikle Gezi kalkışması sonrasında pıtrak gibi çoğalan "saman kâğıdından dergiler"in cennetinde anarşist bir şiirin vücut bulup gelişmesinin temel koşulları oluşmuştur. Bu siyasal süreçten daha önce ortaya çıkan, bir anlamda o siyasal sürecin öznesi olan bireyleri yetiştiren ve bu ortamda gelişen bir şiir günümüzde daha görünür bir hale gelmiştir. Bundan sonraki asıl mesele o "saman kâğıdından sığ dergilerin ergen tedirginliğinden muzdarip okurlarını" yüksek şiir ile buluşturabilmektir. Asıl mesele bu okurun Ali Lidar okurluğundan küçük iskender, Altay Öktem, Cihan Oğuz ya da Onur Sakarya okurluğuna evrilmesini sağlayabilmektir. Adı geçen şairlerimiz bunu sağlayabilecek poetik birikime sahiptir de okur o seviyeye erişebilecek entelektüel kavrayışa sahip midir? Bunu elbette zaman gösterecektir.

KAMYON'A DAİR KISA BİR HİKÂYE 

Şahsi bir deneyimimi sizinle paylaşmak istiyorum burada. Bir anı olarak da okunabilir bu: Torbalı Sanayi Sitesi'ndeki bir atölyede motosikletimin rölanti ayarını yaptırırken elimdeki Kamyon'u gören ve üstüne vazife olmayan işlerde konuşup görüş bildirdiği vaki olmayan Hemedo Usta "Hoca ne kitabıdır bu, kamyonculuğa mı heves ettin?" diye sordu. Ben kısa süreli şoku atlattıktan sonra "Şiir kitabı bu ustam, ama değişik bir şiir kitabı." dedim. O da "E oku o zaman heval. Bakalım ne kadar değişikmiş." dedi. Bir şiiri okudum. Şu an hangisi olduğunu hatırlamıyorum ama içinde sunturlu bir küfür olan şiirlerden biriydi, onu hatırlıyorum. Serde Türkçe öğretmenliği var ya! İlla ki şiiri raconuna göre okuyacağız. Şiiri vurgu, tonlama, jest ve mimik kurallarına uygun bir biçimde okudum. Ben şiiri bitirdikten sonra Hemedo Usta şöyle bir durdu. Çayından uzun bir yudum aldı. Ciddi bir şey söyleyeceği zamanlar takındığı o asabi tavrıyla "Hoca sikerim senin edebiyatının tahtasını. Okul değil la bura. Şunu doğru düzgün, kıvırtmadan, salınmadan oku amına koyim. Siktin şiirin belasını." dedi. Ben de onun dediği gibi "doğru düzgün" bir biçimde şiiri okudum. Durdu. Uzaklara doğru baktı. Bardakta kalan çayı bir yudumda içti. "Kitabın ortasından konuşmuş." dedi. Elimdeki kitabı alıp bir iki çevirdi. "Hoca ver şunu, bi siktir git, senin motorun işi tamam. Bir daha geldiğinde alırsın kitabı benden." deyip sırada bekleyen motorla uğraşmaya başladı. Kitaba ne oldu diye soracaksınız şimdi. Vallahi bilmiyorum. Ondan sonra benim motor hiç teklemedi. Bir sonraki gidişimde Hemedo Usta'ya sorarım kitabı ne yaptığını. Size şimdilik şunu söyleyeyim. Hemedo Usta'nın sanayide değil kitap okuduğu şöyle bir gazete sayfası çevirdiği dahi görülmemiştir.