1 Temmuz 2015 Çarşamba

ALPER CANIGÜZ-OĞULLAR VE RENCİDE RUHLAR

GİRİŞ

Alper Canıgüz’ün Oğullar ve Rencide Ruhlar adlı romanı özgün, orijinal ve ayrıksı bir okuma deneyimi vaat ediyor. Kitabın arka kapak yazısında da ‘’olağanüstü özgün ve orijinal bir kitap’’ olduğundan söz ediliyor. Bu ön tanımlama tabii ki bizim kitap hakkındaki yargılarımızda belirleyici olmayacaktır; ancak arka kapak yazılarının pek çok okur için önemli olduğundan hareketle arka kapak yazılarında yazanları ciddiye alma eğilimi içindeyiz artık. Arka kapak yazıları ‘’tehlikeli bir sosyopatalojik bir olgu kitap okuma’’ya yeni başlamış olanlar için önemlidir. Ortalama okur genellikle bir kitabı almadan önce arka kapak yazısını okur. Bu yüzden biz eleştirmenler de arka kapak yazılarını mümkün mertebe ciddiye alma eğilimindeyiz artık. Arka kapak yazısında ’’Polisiye, fantastik, mizahi edebiyatın tatlarını ustaca kaynaştıran, olağanüstü özgün ve çok iddialı bir kitap’’ ifadesi ‘’ Alper Canıgüz’ün kıvrak ve sürükleyici dili’’ ifadesiyle birleştiğinde ‘’bestsellerfobia’’mızın depreşmemesi için hiçbir makul sebep bulamıyoruz doğal olarak. Fakat romanı okumaya başladığımızda romanın daha ilk cümlesinde (Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.) bu romanın öyle bizim bildiğimiz piyasa işi romanlardan olmadığı gerçeği kafamıza dank ediyor.

Kitabın kapak tasarımı oldukça başarılı. Romanın içeriğiyle de oldukça uyumlu. Her şeyin görselleştiği bir çağda, görselliğin aynı zamanda ticarileştiği bir dönemde kapağın altındakilerin niteliği kadar kapağın da albenisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda Oğullar ve Rencide Ruhlar romanının kapağını oldukça başarılı bir kitap kapağı olarak kabul ediyorum.

ÖZET

Kitabın kapsamlı bir özetini vereceğiz. Bunu yaparken de bölüm bölüm ayıracağız. Roman bir polisiye olduğu için katilin kim olduğuna yönelik herhangi bir açıklamada bulunmayacağız. Özeti okuyanların da özetteki bilgilerden hareketle romandaki katilin kim olduğuna yönelik bir fikir edinememesi için elimizden geleni yapacağız.

1-)Olmak ya da olmamak: Bu bölümde Alper Kamu’nun dünyasına giriş yapıyoruz. Alper’in duygu ve düşünce iklimine yönelik kısa yaşamsal parçalar aktarılıyor ve Alper ile ilgili genel bir fikir elde etmemiz sağlanıyor.  Bölümün ve dolayısıyla kitabın giriş cümlesi en güzel 10 kitap giriş cümlesi listelerinde üst sıralara tırmanmaya aday. Bölümde imgesel güzellikteki ifadeler dikkati çekiyor. ( Sızılı gözlerinde hep yıldızlar kayan kadın v.b.) Bu bölümde Alper Kamu’nun eğitim sitemine, aileye, arkadaşlığa, romantizme, komşuluk ilişkilerine -kitap boyunca devam edip gidecek pek çok yerde pek çok şeye- yönelik marazlı yorumlarını öğreniyoruz. Bu konular hakkındaki görüşlerine bakarak şunu büyük bir gönül rahatlığı içinde söyleyebiliriz ki Alper Kamu bizim bildiğimiz 5 yaşındaki çocukların hiçbirine benzememektedir. O nev-i şahsına münhasır bir 5 yaşında çocuktur. Nihilizme oldukça yakındır. Dünya ve tanrı hakkındaki fikirleri oldukça radikaldir. Klasik müzik dinler; Dostoyevski, Oğuz Atay, Nietzsche okur; varoluşçu felsefe bağlamında yer yer Sartre’a üstü kapalı göndermelerde bulunur. Buradan da anlaşılacağı gibi Alper Kamu her mahallede karşımıza çıkabilecek. Gerçek hayatta mutlak surette bir nesnel karşılığı bulunan oldukça gerçekçi bir roman kahramanıdır(!) diyebiliriz. Bölüm başlığındaki Shakespeare göndermesini de zaten hiç anlamadık diyerek yazara bir göz kırpalım son olarak. (Bir iki bölüm başlığı hariç her yerde bu metinler arası göndermelerle karşı karşıya kalacağız.)

2-)Ne güzel komşumuzdun sen Hicabi Amca: Bu bölümde yine Alper Kamu’nun mahallesinde geçen bazı olaylar anlatılıyor. Alper’in arkadaşı Cemalettin’in ağabeyi Gazanfer’in nasıl bir bela olduğunu öğreniyoruz. Sonra da Alper’in babasının tayininin Erzurum’a çıkma ihtimali üzerine ailede yaşanan olumsuzluklardan söz ediyor yazar. Mahalledeki huysuz emekli emniyet amiri Hicabi Amca’dan söz ediliyor ki burada bölüm başlığına bir atıf mı var acaba diyerek Hicabi Amca’ya odaklanıyoruz. Babasının tayin olayına Alper’in canı sıkılmıştır ve Alper dışarıya hava almaya çıkmıştır. Dışarıda dolaşırken birinin Hicabi Amca’nın apartmanından hızla çıkarak uzaklaştığını görür; fakat bunun kim olduğunu bilemez. O sırada balkonda Alev Abla’yı görür, Alev Abla aşağı iner ve apartmanın önünde birlikte otururlar. Aralarında seviyeli bir cinsel muhabbet döner, sonra Alev Abla Alper’e Karlar Kraliçesi masalını anlatmaya başlar. Anlatmasına anlatır; fakat anlatırken masalı tam anlamıyla bir yapı söküme uğratır, adeta masalı güncel koşullara adapte ederek yeniden yaratır. Alper masaldan Alev Abla ile arasındaki ilişkiye yönelik bir gönderme sezmesine rağmen ne yaparsa yapsın masaldaki ana fikrin ne olduğunu anlayamaz. Masalda Alper kadar zeki bir çocuk için bile çok karmaşık çağrışımlar vardır. Masal bitip de tam evlere dönülürken Hicabi Amca’nın evinin bir camı kırılır ve aşağı eski bir radyo düşer. Alper hızla Hicabi Amca’nın evine doğru gider. Bu sırada evden aşağıya yağmur gibi eşyalar yağmaktadır. Eve girince evde mahallenin delisi Ertan’ı görür. Ertan eline geçirdiği her şeyi ‘’lol, lol’’ diyerek sağa sola ve apartmandan aşağıya atmaktadır. Deli Ertan, Beşiktaş’ın attığı gole sevinmektedir. O sırada Alper Hicabi Amca’yı görür, yanına gittiğinde onun boğazı kesilerek öldürülmüş olduğunu fark eder. Bölümün sonuna geldiğimizde bölümün adındaki Hicabi Amca’nın akıbetine yönelik bir bilgi elde etmiş oluruz; fakat bölümün adını asıl anlamlı kılan Alper Kamu’nun Alev Abla ile olan ilişkisidir. Alper, Alev Abla’ya duygusal bir yakınlık hissetmektedir. Burada ‘’Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla’’ dizelerini içeren Ahmet Muhip Dıranas’ın Fahriye Abla adlı şiirine bir gönderme olduğu gayet açıktır.

3-) İlahi adalet, ömürsün: Bu bölümde Alper ve babası karakola ifade vermeye giderler. Memur Âdem ile muhatap olurlar, kısa bir süre Beşiktaş maçını izlemeye gitmiş olan komiser yardımcısının gelmesini beklerler. Komiser yardımcısı gelince sorgulama başlar. Alper olayı kısaca özetler. Daha sonra Alper hava almak için evden dışarı çıktığında Hicabi Bey’in evinden çıkıp koşarak başka bir apartmana giren kişiyi hatırlar, komiser bunun kim olduğunu sorunca da tam olarak yüzünü göremediğini söyler. Bu durumda fırsattan istifade ederek Gazanfer’den öcünü almak ister ve polise onun eşkâlini verir. Adamın hangi apartmana girdiğini hatırlamamasına rağmen adamın koşarak Güzelyayla Apartmanı’na yani Gazanfer’in apartmanına girdiğini iddia eder. Böylece polisler Gazanfer’e çökecek, Alper de Gazanfer’den yediği dayağın acısını çıkarmış olacaktır. Bu bölümde yazar adalet sistemiyle ve ceberrut devletle kendince dalgasını geçer. Karakol ile ilgili sahnelerde polis teşkilatının yapısına ve işleyişine yönelik eleştiriler getirir, dalgasını geçer. Bölüm başlığı da bu alayın simgesi olur. Yazar ‘’ilahi adalet, ömürsün’’ diyerek adalet sistemiyle dalga geçer.

4-) Ofisteki sosyopat: Bu bölümde Alper memur olarak çalışan babasının ofisine gider. Kendisinden hiç hazzetmemesine rağmen babasının müdürü Erdoğan Bey ile görüşür. Amacı babasının tayinini durdurmaktır; fakat işler daha da sarpa sarar. Alper müdür Erdoğan Bey’i çok kızdırır, üstelik adama atarlanır. Bu arada Cemalettin’in ağabeyi Gazanfer gözaltına alınmıştır, polisler onu gözaltında bir güzel benzetmiştir. Maktul Hicabi Bey’in oğlu Rebi Alperlerin evine gelir, ağlayıp sızlanır. Alper ona çok acımasızca davranır. Bölümde fırsattan istifade pek çok toplumsal meseleye yönelik ironik bir dille eleştiriler getirilir ki romanın tüm bölümlerinde alttan alta belli bir ideolojik bakış çerçevesinde muktedirlere yönelik acımasız bir ironik eleştiri yöneltilir. Erdoğan Bey üzerinden rantiyeci, menfaatçi, milliyetçi, muhafazakâr dünya görüşüne yönelik eleştiriler yapılır. Odacı Kerim üzerinden de Anadolu halkının saflığının içinde gizli bilgelik okuyucuya yansıtılmaya çalışılır. Bu açık bir ideolojik bakıştır, burada örtük bir biçimde sınıfsal bir dil ustaca kullanılır. Erdoğan Bey, Alper’in babasını milliyetçi-muhafazakâr bir dünya görüşüne sahip olmadığı için Erzurum’a sürmeye çalışmaktadır, böylece bu bölümde tayin olayının sebebi de ortaya çıkmıştır. Bu bir tayin değil, örtülü bir sürgündür. Erdoğan Bey, Alper’in babasını komünist fikirlere sahip olduğu için İstanbul’dan sürmeye çalışmaktadır. Bölümün sonuna gelirken anlıyoruz ki ‘’Ofisteki sosyopat’’ Alper Kamu’dur. Sosyal ilişkilerdeki sorunlu yapısı yüzünden bir anlamda babasının geleceğini karartan odur. Ofiste Erdoğan Bey’ atarlanan Alper, babasının sürgününün biraz daha erken bir vakte çekilmesine neden olur.

5-) Serin devlet: Bölümün başlığında ‘’derin devlet’’ olgusuna yönelik bir eleştirel tavır hissetsek de bunu fazla kafaya takmıyoruz ve de kıllandığımızla kalıyoruz. Bu bölümde Alper’in polisleri Gazanfer konusunda yanlış yönlendirdiği ‘’nihayet’’ çok zeki polis amcalar ve savcı bey tarafından anlaşılıyor. Savcı Metin Bilgin, Alper’i yeniden sorguya çağırır. Cinayeti Deli Ertan’ın üzerine yıkmak ve böylece davayı kapatmak istediği aşikârdır, bu Alper Kamu’nun keskin zekâsından kaçmaz. Alper ona istediği ifadeyi vermez. Savcı buna sinirlenip çıkıp gittikten sonra Alper ile komiser yardımcısı Onur Çalışkan biraz konuşurlar. Karakoldan çıkan Alper, Gazanfer’in en kısa sürede onun canına okuyacağını düşünerek yürürken mezarlığın önüne geldiğini fark eder. Hicabi Bey’in cenazesine katılmak için hızla mezarlığa yönelir. Cenaze töreni sırasında ilginç olaylar meydana gelir. Mezarlıkta uygun yer olmadığı için Hicabi Bey’i karısının mezarının üzerine gömerler. Maktulün oğlu Rebi, babası Hicabi Bey annesinin mezarının üzerine gömülürken annesinin kafatasını görünce baygınlık geçirir. Alper, cenaze sırasında oradaki dedikoducu kadınlardan ve mahallenin bakkalı Yakup Bey’den Hicabi Bey ve ailesi hakkında yeni bilgiler edinir. Alper mahallenin bakkalı ve Hicabi Bey’in yakın arkadaşı Yakup Bey’den Hicabi Bey’in karısı olan Necla Hanım’ın intihar ederek öldüğünü öğrenir. Olay çevreye trafik kazası diye aktarılmıştır. İşler yavaş yavaş karışmaktadır.

6-) Her Budist bir faşiste tapar: Bu bölümün adı oldukça ilginç, içinde anlatılanlar da. Bu bölümde Alper Kamu, Erkin ve Koray’ın evine gider. Romanın ilk bölümlerinde bu tipler kısaca tanıtılmıştı. Bunlar için kısaca metalci gençlik diyelim. Bu arada Hicabi Bey cinayetinde gözaltına alınıp sorgulananlar arasında bunlar da var. Koray sorgulanıyor; ama Erkin bulunamıyor. Burada acaba katil Erkin mi diye bir düşünceye kapılabilirsiniz, isterseniz kapılın, biz sizi tutmayalım. Alper, o evde Yeşim ile tanışır. Yeşim, Erkin ve Koray’ın sevgilisidir. Bu durum biraz karışık, biz bölümde anlatılanlardan Yeşim’in kimin sevgilisi olduğunu çıkaramadık, bölümü okuyunca Yeşim’in kimin sevgilisi olduğunu tam olarak siz de anlayamayacaksınız. Alper gizliden gizliye Yeşim’i sorgular, Yeşim o sırada sarhoştur; fakat Alper yine de ondan cinayete dair bazı önemli bilgiler elde eder. (Bunları burada özette anlatmayacağız tabii ki, kitabı okuyunca siz de öğreneceksiniz işte, hamallık yapmaya gerek yok.) Koray eve gelince Alper oradan ayrılır. Erkin’in ise nerede olduğu belli değildir, Erkin kayıptır, cinayetin işlendiği gece ortadan kaybolmuştur, polis de onu bulamamıştır. Alper, Güzelyayla Apartmanı’ndan çıkarken Gazanfer ile karşılaşır, Gazanfer Alper’e çökmeye çalışır; fakat bir kez daha başarısız olur. Alper Kamu keskin zekâsı ve kırılmaz cesaretiyle bir kez daha Gazanfer’i alt eder.

7-) Öcülerin öcü: Bölüm başlığında Fakir Baykurt’un Yılanları Öcü adlı eserine bir atıf var. Bu bölümde Gazanfer belasından kaçan Alper, Ruhan Bey’in evine girer. Ruhan Bey korkutucu bir tiptir; fakat Alper Ruhan Bey’in evine girip de ortalığı kolaçan ettiğinde onun evinde çiçek yetiştiren, düzenli bir adam olduğu anlaşılır. Alper evde araştırmasını yaparken Ruhan Bey gelir, Alper can havliyle bodruma kaçar. Ruhan Bey evin bodrumunda sabundan heykeller yapmaktadır. Bu heykeller mahalledeki insanların heykelleridir. Alper bodrumdayken Ruhan Bey onu yakalar. Alper can havliyle kaçar ve Rebi Abi’nin sözünü ettiği mahallenin altındaki gizli labirente dalar. Bu labirentin çıkışı Hicabi Bey’in evinin altındadır. Alper buradan çıkarken Hicabi Bey’in asker olan büyük oğlu Şemi’ye yakalanır. Onunla evde biraz sohbet eder. Bölümün sonunda hayata ve insana dair felsefi çözümlemelerin yapıldığı yaklaşık bir sayfalık mükemmel bir parçayla karşılaşırız. Kitabı aldıktan sonra sizde bu bölümü tekrar tekrar okuyun ve bizim aldığımız estetik zevki siz de alın diyerek kitabın muhtemel okurlarına bir çerez daha atalım burada.

8-) Sineklerin tanrısı Leviathan’a karşı: Bölümün adında William Golding’in Sineklerin Tanrısı adlı romanına atıf var. Bölümün içeriğine bakınca bu atıf bir anlam kazanıyor. Leviathan da bir atıf. Thomas Hobbes’un Leviathan adlı siyaset felsefesi kitabına gönderme yapılıyor, bu atıf da bölüm okununca anlam kazanıyor. Alper, Bakkal Yakup’u sorgulamaya gider, çaktırmadan onun ağzından bir ton laf alır. O sırada savcı Metin Bilgin gelir, Alper’i it-kopuk mahallesi olan Paris Mahallesi!ne doğru yürüterek sorgular. Sorgu sırasında cinayeti Alper’in babasının üzerine yıkmak istediğini ima ederek Alper’i korkutur. Savcı onlara saldıran Paris Mahallesi’nin birkaç kopuğunu haşat eder, bu hareketiyle Alper Kamu’yu örtülü bir biçimde tehdit eder. Alper bu olayın hırsıyla kendi mahallesine gelir ve Cemalettin’e çatar. Daha sonra Hicabi Bey’in evinden aşırdığı fotoğraf makinesindeki filmleri babası fotoğrafçılık yapan Yüksel’e fotoğrafları tab ettirmesi için verir. Makinenin içindeki fotoğraflar bir şekilde cinayet ile ilgilidir ve o fotoğraflara bakarak Alper gerçek katili bulup babasını savcının elinden kurtaracaktır. Bu arada Alper, Yeşim’i sorgularken Erkin ve Koray’ın da bu fotoğrafların peşinde olduğunu öğrenmiştir.

9-) Dünyanın merkezine yolculuk: Bölümün başlığında Jules Verne’in o ölümsüz eserine atıfta bulunulduğunu tüm 90 öncesi doğumlular anlamıştır kanımca. O zamanlarda ilkokulda bu kitabı okumayanları dövüyorlardı çünkü. Geçelim. Alper, Yüksel’e verdiği filmleri beklerken evde her şey sarpa sarar. Babası ile annesi şu tayin olayı yüzünden sürekli kavga etmeye başlar. Tayin süsü verilmiş sürgün yüzünden aile gergindir. Bir gün çok kötü kavga ederler ve Alper’in babası kapıyı çarpıp çıkar ve meyhaneye gider. Alper de onun arkasından gitmek ister. Rebi Abi veda etmek üzere eve gelince Alper bu fırsatı kaçırmaz, onunla birlikte meyhaneye yollanır. Alper meyhanede babasıyla karşılıklı oturur, çaktırmadan onun kadehinden rakı içer, gizlice Rebi’yi sorgulamaya çalışır. Rebi içtikçe zıvanadan çıkar ve intihar eden annesinin hikâyesini anlatır, böylece rakı sofrasına limon sıkılmıştır, ortam bozulur, evli evine köylü köyüne giderken Alper babasını Erzurum’a gitme konusunda ikna eder. Babasını otogardan Erzurum’a yollar, Rebi ile taksiyle eve döner. Bu arada babasının meyhanedeki arkadaşları çok âlem adamlardır, bu adamlar bir imama bile rakıyı sevdirecek tiplerdir.

10-) Gerçekler ve hakikatler: Bölüm adında herhangi bir atıf bulamadık, tabii ki eş anlamlı sözcükler bağlantısını saymazsak. Bölümde Alper’in Yüksel’e verdiği filmlerin fotoğrafları gelir. Alper fotoğraflara bakınca olayı da cinayeti de çözer. Ayrıntısına girip romanın heyecanını kaçırmayalım, katili merak edenler romanı okusun diyorum sadece. Şimdilik biz size ‘’hüzünlü gözlerinde hep yıldızlar kayan bir kadın’’ diyerek okuru yanlış yönlendirmiş olalım(!) J Siz de daha fazla merak edip kitabı satın alın ve okuyun. Hem yazar kazansın hem de sığ çoksatarlarla tecavüz edilmiş mağdure beyniniz. Bölümün sonunda sizi derin edebi hülyalara çekecek bir paragraf bulacaksınız, o paragrafı okuduğunuzda kitap daha bir değer kazanacak gözünüzde. Bölümün sonunda Alper eve gelir ve her zaman yaptığı şeyi yaparak divanın altına girer ve uykuya dalar. Bu uykuda bizi sürprizler bekliyor demek için erken değil.

11-) Böyle uyurdu zerdüşt: Bölüm başlığında Friedrich Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı yapıtına bir gönderme yapılmış. Bölümün içinde de Nietzsche’ye ve onun felsefesine atıflar yapılacak. Bu bölüm romanın ‘’şah bölümü’’dür diyebiliriz. Alper uykuya daldığında kendisini babasının küçük yaşta ölmüş olan arkadaşı Öztürk ile baş başa bulur. Burada anlıyoruz ki Alper divan altındaki uyuma seanslarında sık sık Öztürk ile buluşup entelektüel sohbetler yapmaktadır. Bölümde saykodelik bir hava hâkimdir. Bilinç akışları, psikanaliz çözümlemeler, metinlerarası göndermeler havada uçuşur bu bölümde. Bu bağlamda 11. Bölümün bir edebiyat, felsefe ve psikoloji laboratuvarı olduğunu söyleyebiliriz. Bu saykodelik rüyada da Alper, Öztürk ile birlikte yine türlü badireler atlatır. Duygu Fırtına adlı bir kadını geçmişiyiyenlerden kurtarır. Bölümün sonuna geldiğimizde Duygu Fırtına’nın kim olduğunu anlayamayız; fakat Alper’in bu kişiye yönelik bazı duygular beslediğini çıkarırız. Bölüm tekrar tekrar okunmaya değer bir bölüm ve içinde gizli entelektüel zevkler barındırıyor.

12-) Kartallar kuantal uçar: Alper uykusundan ‘’zihni bir tecavüze’’ uğramış bir biçimde uyanır. Annesinin günlük notunu okur. Babasından gelen telefona yanıt verir. Ondan sonra da annesi arar ve bugün Hicabi Bey’in mevlidine gideceğini söyler. O sırada Alper’in aklından yine pek çok çakallık senaryoları akar. Annesinden sonra savcı Metin Bilgin’i arar, ona katili buluğunu ve Hicabi Bey’in mevlidinde açıklayacağını söyleyerek telefonu suratına kapatır. Evden çıkarken posta kutusunda bir mektup görür. Mektubu Hakan yollamıştır. Mektubun zarfında babasının çalıştığı devlet dairesinin anteti vardır ve mektup postaneden postalanmıştır, üzerinde tarih ve devler mührü vardır. O anda aklına mükemmel bir çakallık gelir, devlet dairesine giderek babasını sürgün etmeye çalışan Müdür Erdoğan Bey’e haddini bildirmek için bir plan yapar. Devlet dairesinin servis şoförü, adam gibi adam, delikanlı insan Mutullah Amca’nın yardımıyla şerefsiz müdüre çılgın bir oyun oynarlar. Böylece babasının tayin süsü verilmiş sürgününe engel olmuştur. Bu arada bölümün başlığındaki göndermeyi de anlamadık sanmayın. Senaryosu Attila İlhan’ın yazdığı ‘’Kartallar Yüksek Uçar’’ dizisine bir atıf var. Bir de BJK’nin o unutulmaz meydan okuma sloganına tabii ki.

13-) Mevlitte son tango: Bölüm başlığında unutulmaz filmlerden Paris’te Son Tango’ya bir gönderme var. Alper mevlitte her şeyi açıklama planına sahip olduğu kahrolası insancıl vicdan yüzünden gerçekleştiremiyor. Bu bölümde her şey aydınlanıyor. Gerçek katil ortaya çıkıyor. Kitabın adının neden Oğullar ve Rencide Ruhlar olduğunu da böylece daha iyi kavrıyoruz. Alper tam olarak istediği gibi gerçekleşmemiş olsa da savcı Metin Bilgin ile olan hesabını da kapatıyor.

14-) Mesut ve mutabık: Bu bölümde roman boyunca anlatılan olaylar sonuca bağlanıyor. Koray, Erkin, Yeşim olayı çözüme kavuşturuluyor. Alev Abla’nın akıbeti de aydınlanıyor.

KİŞİLER

Alper Kamu; nev-i şahsına münhasır yani oldukça orijinal bir çocuktur. Hem de sadece 5 yaşındadır. Hayata, insana, dünyaya yönelik olumsuz düşüncelere sahiptir, nihilisttir. Klasik müzik dinler, felsefe ve edebiyat ile ilgilenir. Vaktinden önce olgunlaşarak ergenleşmiş bir çocuktur. Okuldan ve öğretmenlerden nefret eder. Mahalledeki arkadaşları onu anlayabilecek bir düzeyde değildir. Alper mahallesinde, evinde tam bir aydın yalnızlığı çeker. 

Alper’in Babası; devlet memurudur. Sessiz, sakin, kendi halinde bir klasik memurdur. Akşamları bir iki kadeh rakı içmeyi sever. Beşiktaş sevdası kara seda biçimindedir. Beşiktaş’ta oturmayı ister; fakat orada kiralar çok yüksel olduğu için oturamazlar. Arada sırada oraya giderek eski arkadaşlarıyla hasret gidermeye çalışır. Siyasi fikirleri bağlamında komünisttir.

Alper’in Annesi; memurdur. Klasik bir ev hanımı ve annedir. Hijyen takıntısı vardır. Alper babasının annesiyle evlenmesini büyük bir hata olarak görür.

Kansız Celal, Cemalettin; ikisi de güvenilmez tiplerdir. Birbirlerinin kuyusunu kazarlar; ama Alper onlarla bir şekilde aynı mahallede olduğundan onlarla arkadaşlık eder. Cemalettin çok çocuklu bir kapıcı ailesine mensuptur. Sürekli sümüğünü çeker durur. Cemalettin, Gazanfer’in kardeşidir; fakat mahallenin tüm çocukları gibi Cemalettin de abisinden şiddet görmektedir.

Hicabi Bey; emekli emniyet müdürüdür. Sağırdır, bu yüzden evinde televizyonun sesi çok açıktır, neredeyse tüm mahalleye televizyon yayını yapar, iki katlı bir evde oturur, çıkardığı gürültü yüzünden kimse alt katı kiralamaz, evinde boğazı kesilerek öldürülür. Çok karanlık bir tiptir. Romanın sonuna kadar Hicabi Bey’in kişiliği hakkındaki karanlık aydınlanmaz.

Gazanfer; Cemalettin’in ağabeyidir. Mahallenin azılı belasıdır. Alper ve arkadaşlarına sürekli zulmeder. Otomobil teybi çalarak geçimini sürdürür. Ahlaksız herifin tekidir. Alper ile Gazanfer bu yüzden kanlı bıçaklıdır.

Erdoğan Bey; devlet dairesinde Alper’in babasının müdürüdür. Menfaatçi ve muhafazakâr bir tiptir. Alper ondan hiç hazzetmez. Aynı biçimde o da Alper’den hiç hazzetmez. Çıkarcıdır, adam kayırmacıdır.

Alev Abla; Alperlerin komşu kızıdır. Alper’den yaşça büyüktür. Alper’in ona karşı duygusal hisleri vardır. Alev Abla bazen Alper’e masal anlatır. Alper masallardan nefret etmesine rağmen onun anlattığı masalları sessizce dinler. Gizemli bir derinliği olan genç bir kızdır, sırlı bir hayatı olduğuna daha romanın ilk sayfalarından başlayarak kalıbımızı basıyoruz.

Deli Ertan; mahallenin delisidir. Alper diğer çocukların ona zulmetmesine engel olur. Hicabi Bey öldürüldüğünde onun evindedir. Hicabi Bey’in öldürüldüğü güne kadar sessiz sakin kendi hâlinde bir delidir.

Komiser Yardımcısı Onur Çalışkan; klasik bir polistir. Ama yine de Alper onda bir insanı derinliğin varlığını sezer. O da Alper’in babası gibi Beşiktaşlıdır. Alper’in zekâsına hayret eder.

Polis Memuru Âdem; standart polis memurudur. Amiri Onur Çalışkan’dan çok korkar. Onun önünde adeta şahsiyetsizleşir; fakat amiri ortada yokken arkasından konuşur.

Hakan; ilkokul birinci sınıf öğrencisidir. Alper ona ödevlerinde yardım eder, azıcık saftır, en kolay ödevleri bile yapamaz. Alper’i çok sever.

Yüksel; Alper’in arkadaşıdır. Babası mahallede fotoğrafçılık yapmaktadır.

Rebi Abi; maktul Hicabi Bey’in küçük oğludur. Bursa’da üniversite öğrencisidir. Manyakça bir Yunan korkusu vardır. Hassas bir kişiliğe sahiptir.

Savcı Metin Bilgin; oldukça cins bir heriftir. Hiçbir polis onunla çalışmak istememektedir. Cinayeti kısa yoldan çözüp dava dosyasını kapatmayı istemektedir. Karanlık bir tiptir.

Necla Hanım; Hicabi Bey’in ölmüş karısıdır. İntihar etmiştir. Mahallenin dediğine göre Hicabi Bey’den çok çekmiştir. Necla Hanım’ın intiharının sebebi bir sırdır ve açıklanması romana çok şey katacaktır.

Bakkal Yakup Bey; mahallenin bakkalıdır. Hicabi Bey onun bakkalından alışveriş yapar, alışveriş yaparken de onunla uzun uzun konuşurmuş. Yakup Bey, Hicabi Bey’in mahallede konuştuğu neredeyse tek insandır. Klasik mahalle bakkalları gibi mahallenin tüm dedikoduları onun dükkânına gelir. Mahallede olan her şeyden haberdardır.

Yeşim; Erkin ile Koray’ın ortak sevgilisidir. Tam anlamıyla bir kaybedendir. Alkoliktir. Aslında Erkin’e deli gibi âşıktır; fakat Koray ile yatmaktadır. Anlaşılması güç karmaşık duyguları vardır.

Erkin; Yeşim’in ifadesiyle Yeşim’e deli gibi âşıktır. Fakat onun âşık olduğu kadın çok farklıdır. Yeşim’e göre Budist olmayı istemektedir. Hicabi Bey’in elindeki fotoğrafları ele geçirmeye çalışmaktadır.

Koray; Yeşim ile yatmaktadır; fakat onu sevmemektedir. İlginç ve karanlık bir tiptir. Erkin ile birlikte Hicabi Bey’in elindeki bazı fotoğrafları ele geçirmeye çalışmaktadır.

Ruhan Bey; itici bir görünüşe sahiptir. Arkası kapalı bir kamyoneti vardır. Kaldığı evin perdeleri gazete ile kapatılmıştır. Mahalleli ile pek iletişime geçmez; fakat mahalleli ona karşı derin ve gizli bir saygı duyar. Alper ondan ürkmektedir. Sert kimliğinin arkasında sırlı bir kişilik barındırmaktadır.

Şemi Abi; Hicabi Bey’in büyük oğludur. Askerdir, klasik anlamda bir askerde aranan tüm fiziksel ve duygusal niteliklere sahiptir.

Öztürk; Alper’in babasının çocukluk arkadaşıdır. Romanda anlatılmayan bir sebepten dolayı çocukken ölmüştür. Alper kendini onunla özdeşleştirir. Alper rüyalarında Öztürk ile entelektüel sohbetlere dalar.

Duygu Fırtına; 11. Bölümde adı sık sık geçmesine rağmen romanın sonuna kadar kim olduğunu anlayamadık. Bu yüzden ‘’Kim lan bu Erol Egemen?’’ bağlamında yazara soruyoruz. Kim bu Duygu Fırtına? Duygu Fırtına’sı olmanın ötesinde bir anlamı varsa eğer kuş kadar zekâmızla idrak edemedik biz bunu, diyelim ve kendimizi yazarın şefkatli ellerine bırakalım.

Şoför Mutullah; Alper’in anne ve babasını işe götüren servisin şoförüdür. Aslında doğuya mal taşıyan kamyonlarda kamyon şoförlüğü yapmaktadır. Boş zamanlarında servis şoförlüğü yapar. Adamın dibi, yiğidin hasıdır. Bu dünya yıkılmayacaksa delikanlılığın son temsilcilerinden olan böyle insanların yüzü suyu hürmetine yıkılmayacaktır.

Beşiktaş Jimnastik Kulübü(BJK); romanın önemli kahramanlarından biridir. Romanda pek çok yerde adı geçer. Komiser yardımcısı BJK maçını izlemeye gider. Alper’in babası BJK’lidir. Hicabi Bey öldürülmeden önce BJK maçını izlemektedir. Romandaki yeri ve önemi bakımından Beşiktaş’ı bu romanın kahramanlarından biri olarak kabul etmekte herhangi bir beis görmüyoruz.

YER

Romanda anlatılan olayların geçtiği yer İstanbul’un Anadolu yakasındaki bir mahalledir. Sosyolojik bağlamda bu mahalle orta halli insanların yaşadığı bir mahalledir. Mahalledeki insanlar birkaç katlı klasik apartmanlar veya eski köşk benzeri yerlerde yaşamaktadırlar. Bu açıdan bakarsak çok yakın bir dönemde kentsel dönüşüme uğrayacak bir mahalledir burası diyebiliriz. Mahallenin altında apartmanlardan apartmanlara ve diğer evlere geçişi sağlayan gizli bir labirent vardır. Hicabi Bey’in küçük oğlu Rebi olası bir Yunan işgalinde evden dışarı kaçmak için bu labirenti andıran dehlizlerin bir haritasını çıkarmıştır. Cinayetin çözülmesi bağlamında bu yer altı geçitlerinin önemli bir yeri vardır.

Alper’in babası Beşiktaşlıdır. Aslında orada oturmak istemektedir; fakat Alper ve ailesi orada ev kiraları çok yüksek olduğu için İstanbul’un Anadolu yakasındaki bu mahallede yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Romanda ağırlık olayların üzerindedir. Yer unsuru olaya sunduğu anlatımsal katkılar dışında çok büyük bir öneme sahip değildir.

ZAMAN

Anlatılan olaylar özelinde romanın zamanını tarihsel bir süreç olarak büyük fotoğrafa bakarak okumak gerektiğinde olayların günümüze yakın bir tarihsel dönemde geçtiğini söyleyebiliriz. Romanda açık bir biçimde bu verilmese de romandaki güncel politik duruma yönelik eleştirel tutuma bakarak romandaki olayların geçtiği zamanın günümüze yakın bir zaman olduğunu söyleyebiliriz.

Roman içi bir zamana bakacak olursak da şunu açık bir biçimde görmekteyiz: Tarihte yaşanan ve romandaki ana kurguya etki eden bazı olaylar dışında tüm olaylar birkaç haftalık bir süreç içerisinde meydana gelmiş ve çözümlenmiştir.

DİL VE ANLATIM

Romanın dili gayet açık ve anlaşılırdır. Yazar anlaşılması güç karmaşık cümleler kurmak yerine akıcı bir dille olayı daha net bir biçimde anlatan bir dil ve anlatımı benimsemiştir. Romanın bazı bölümlerinde imgesel bir anlatım taşıyan cümle ve bölümler olmasına rağmen bu bölümler romanın tamamına bakarak söyleyecek olursak oldukça az bir orandadır. Günümüz okuru tarafından anlaşılamayacak sözcükler çok az kullanılmıştır. Romanın dilini bu açıdan yorumlayacak olursak günümüzde toplumsal hayatta ve medyada kullanılan dile yakın olduğunu söyleyebiliriz.

Romanda pek çok yerde küfürlü ifadeler bulunmaktadır. Günümüzdeki edebi kanon açısından olguya yönelecek olursak dönemde yazılan pek çok romanda bu küfür dilinin benimsendiğini, güncel Türk edebiyatı açısından düşünürsek romanda küfürlü diyalogların bir gerçeklik olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Bu durumun romanın anlatım olanaklarına kazandırdığı ve kaybettirdikleri üzerine derin bir akademik çalışma yapılmadan bir şey söylemek mümkün değildir. Biz bu konuda ancak kendi kişisel değerlendirmemizi sunabiliriz. Bizce güncel Türk romanındaki bu küfürlü dil son dönemde Türkiye’deki toplumsal arenaya hâkim olan kutuplaşma dilinin bir yansımasıdır. Son dönemde Türk toplumunda karakter aşınması ve ahlaki çürüme oldukça önemli bir toplumsal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal hayatın sanatsal düzleme yansıması olarak edebiyat söz konusu olduğunda bu toplumsal ortamın da günümüz sanatını etkileyeceği gerçeğinden hareketle romandaki küfür dilini anlamaya çalışmalıyız. Bu nezaketten uzak küfürbaz toplumun romanında da galiz küfürlerin yer alması gayet olağan bir durumdur.

ROMANA DAİR SOSYOPOLİTİK BİR OKUMA

Standart bir roman incelemesinde ‘’olay ya da durum, yer ve zaman, kişiler, dil ve anlatım’’ yeterli olacaktır; fakat ideolojik bir alt yapıdan beslendiği açık olan bir roman söz konusu olduğunda romandaki ideolojinin yapı sökümünün yapılmasının bu tarz bir romanın eleştirisi için mecburi olduğunu düşünüyorum. Roman ideolojik yanı ağır basan bir edebiyat türüdür. Siyasetten en uzak olarak kabul edilen romanlarda bile gizli bir ideolojik bağlam vardır. Alper Canıgüz’ün Oğullar ve Rencide Ruhlar adlı romanının da örtük bir ideolojik bir hinterlandı vardır.

Oğullar ve Rencide Ruhlar romanının örtük bir özgürlükçü sol ajandası vardır. Romanda yer yer anarşist ideolojinin devlet karşıtı fikirlerinin de yansımalarını görmekteyiz. Roman kişilerinden biri olan Erdoğan Bey bağlamında düşünecek olursak romanda milliyetçi-muhafazakâr dünya görüşüne yönelik ironik bir eleştiri vardır. Erdoğan Bey üzerinden bu politik görüşteki kitleler eleştirilmektedir. Bir roman kişisi olarak Erdoğan Bey’in adının seçimi konusunda da ideolojik bir gönderme olduğunu söyleyebiliriz. Romanda güncel siyasi ortam ve bu ortamı şekillendiren aktörlere yönelik de örtük bir eleştirel dil kullanılmıştır.

Genel olarak romanda devlet ve devletle ilgili olan iş alanlarında çalışan kişiler eleştirilmektedir. Romanda devlet kurumlarının işleyişi, bu kurumlarda görev yapan kişilerin niteliksizliği üzerinden devletin yapısına ve işleyişine yönelik ironik bir dille eleştiriler getirilmektedir. Neredeyse Alper Kamu’nun babası ve Odacı Kerim dışında devlete çalışan tüm kişiler olumsuz özellikleri ile gösterilmektedir. Savcı Metin Bilgin üzerinden adalet sitemindeki adaletten uzaklık, emekli emniyet amiri maktul Hicabi Bey’in sapıkça temayülleri üzerinden güvenlik güçlerindeki yozlaşma, Müdür Erdoğan Bey üzerinden devlet dairelerindeki adam kayırmacılık ve menfaatçilik, Polis memuru Âdem üzerinden otoriteye karşı koşulsuz itaat eden bireydeki karakter aşınması, Alev Abla üzerinden orta halli insanların yaşadığı mahallere kadar sızan fuhuş batağı, Alper Kamu’nun gönderildiği anaokulu ve Hakan’ın öğretmeninin verdiği saçma sapan ödevler üzerinden eğitim sitemimiz ağır bir biçimde eleştirilmektedir. Bunlara bakarak şu genellemeyi yaparsak haksızlık etmiş olmayız: Romanda devlet işlerinde çalışan hemen hemen herkes yozlaşmıştır, romanın devlet olgusu bağlamındaki ideolojik söylemini ‘’devlet yozlaşarak çürümüştür’’ olarak kabul edebiliriz.

Romandaki eleştiri sadece devlete yönelik değildir, romanda aynı zamanda o devlet yapısını var eden toplumsal dinamiklere yönelik de acımasız eleştiriler yapılmıştır. Alper Kamu’nun toplum eleştirilerini bir açıdan yazarın toplum üzerindeki fikirleri olarak kabul etme sığlığını göstermeden açıklayacak olursak romanda aktarılan genel fikirlere bakarak Türk toplumundaki yozlaşma ve çürüme çok ağır bir dille eleştirilmektedir.

OĞULLAR VE RENCİDE RUHLAR ROMANI BAĞLAMINDA SON DÖNEM TÜRK ROMANINDA CİNSELLİK

Son dönemde yazılan romanlarımızda bir cinsellik patlamasının olduğunu söylemek haksızlık olmayacaktır. 1980 sonrası romanlarımızda daha belirgin hale gelmiş olan cinsellik bu dönemde seviyesi daha da düşürülerek işlenmeye başlanmıştır. Günümüzün sığ çoksatarlarında cinsel birleşmenin en ince ayrıntılarına kadar başvurularak işlenen konular okuyucuda artık bir mide bulantısı yaratmaktadır. Biz romanda cinsel ilişkilerin ayrıntılı anlatılmasına karşı değiliz; fakat bunun belli bir seviyenin üzerinde olması gerektiğini iddia ediyoruz. Belli bir seviyenin üzerinde olmayan cinsel birleşme sahneleri insan bedeninin metalaştırılmasına hizmet etmekten başka bir işe yaramıyor. Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Yüzyıllık Yalnızlık, Lolita gibi romanlardaki cinsel derinlik örnek olarak alınıp günümüzde yazılan romanlardaki cinsel sığlıkla karşılaştırıldığında açık bir biçimde anlaşılmaktadır ki günümüz romanındaki cinsellik mide bulandırıcı bir boyuttadır.

Cinsellik insani bir durumdur. İnsan hayatına tutulan bir ayna olan romanda da cinselliğin yer alması gayet doğaldır. Fakat daha fazla satmak için neredeyse her 20 sayfada bir yerleştirilen sapıkça cinsel birleşme sahneleriyle roman yazmanın olumlanabilecek hiçbir yanı olamaz. Kadın bedenine kedinin ciğere baktığı gibi bakan bir sanatçının kabul edilebilir hiçbir bahanesi olamaz. Sanat iyiyi ve güzeli yansıtır ya da üretir. Sanat bir irin çukuru değildir, olamaz. Türk romanında cinselliğin seviyeli bir bakış açısıyla nasıl aktarıldığını görmek isteyenler unutulmuş bir yazarımız olan Muzaffer Buyrukçu’nun romanlarına ve öykülerine bakabilirler. ‘’Cinsellik sığlaşmadan nasıl anlatılabilir?’’ sorusunun yanıtı Muzaffer Buyrukçu’nun romanlarında gizlidir. Tabii ki günümüzde de sığlığa düşmeden cinsel konuları işleyebilen nitelikli romancılarımız bulunmaktadır.

Alper Canıgüz, bu romanında yukarıda anlattığımız tuzağa düşmüyor. Cinselliği toplumla bağlamı içerisine oturtarak anlatıyor. Kanın bedenini metalaştırmıyor. Kadın bedenine yönelik sapıkça sömürü ilişkilerini olumlayıcı bir dil kullanmıyor. Örneğin bazı sığ çoksatarlarda sırf daha fazla okur kazanıp kitabı daha fazla satabilmek için bir tecavüz sahnesi bile şehvet uyandırıcı bir dille anlatılırken Alper Canıgüz daha fazla okur kazanmak için Oğullar ve Rencide Ruhlar romanında böyle bir tuzağa düşmüyor, Alper Canıgüz cinselliğin insani ve toplumsal boyutuna yönelik kişisel ideolojik fikirlerinin hakkını romanındaki ilkeli tutumuyla da veriyor. Yazarı bu ilkeli tutumundan dolayı kutlamayı insani bir borç olarak kabul ediyoruz.

SONUÇ

Alper Canıgüz’ün Oğullar ve Rencide Ruhlar adlı romanı son zamanda okuduğumuz başarılı romanlardan biridir. Roman her açıdan belli bir olgunluğun üzerindedir. Sarkmalara mahal vermeden hikayesini başarılı bir polisiye kurgu ile aktarmayı başarmıştır. Toplumsal olana dokunması bağlamındaki başarısıyla da günümüzde yazılacak yeni romanlara örnek olması gerektiğini düşünüyoruz.

Alper Canıgüz’ün Oğullar ve Rencide Ruhlar adlı romanını dönem romanları arasındaki yeri bakımından değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Hakan Günday, Emrah Serbes, Murat Menteş v.b. yazarlarımızın son dönemde yayınladıkları eserlerinde dil ve anlatım açısından, üslup açısından, hayata ve dünyaya bakış açısı bakımından benzerlikler olduğunu görüyoruz. Alper Canıgüz’ün romanını da bu yazarlarımızla aynı bağlamda değerlendirmemiz gerektiği düşünüyorum. Bu romancılarımızın kuramsal dayanakları ile ilgili daha geniş ve derin bir değerlendirmenin yapılması güncel roman eleştirimiz açısından tartışılmaz bir ihtiyaçtır.

12 yorum:

  1. Yorumunuz gerçekten çok etkileyici. Böyle yorumları okuduktan sonra kitaplarda bize söylenmeye çalışılan şeyi daha iyi anlıyorum.Teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Oldukça emek iceren bir yorum olmus,tebrik ediyorum zevkle okudum.Emeginize saglik

    YanıtlaSil
  3. Tuğyan hocama selamlar <3

    YanıtlaSil
  4. Hocam güzel sınavdı saygılar...

    YanıtlaSil
  5. Cok guzel bir inceleme olmus. Elinize saglik

    YanıtlaSil